4 Haziran 2015 Perşembe

Denize nazır bir gün

Pazar günü Demir ile bol deniz manzaralı bir gün geçirdik.  Sabah erken uyanınca bir gün önceden planlamış olduğum kahvaltıyı yapabildik. Çabucak giyinip, çantalarımızı toplayıp, kahvaltı etmek istediğimiz yerde rezervasyon yaptırıp çıktık evden. Pazar sabahları rahat olan trafikte kısa sürede gittik Ortaköy'e. Bizim için iskelenin üzerinde, hemen deniz kıyısında bir masa ayırılmıştı. Önce "ya Demir denize düşerse" diye korksam da sonrasında ondan yerinden kalkmama sözü alınca kurulduk sandalyelerimize. Ortaköy Camii, Boğaz Köprüsü, uzakta Kız Kulesi,  gemili tekneli manzaramız eşliğinde doyurduk karnımızı. Demir etraftakilerle sohbet etmekten de geri kalmadı tabii. Yan masada oturan ablalarla fotoğraflar çektirdi, onların selfie çubuklarını inceledi. Ortaköy daha fazla kalabalıklaşmadan dolaşmaya başladık dar sokaklarında. Çocuk parkına uğramayı da ihmal etmedik. Takıcıları da dolaştık. Ben kendime bileklik alırken Demir de kırmızı bir tane beğenince ona da aldık. Kahvaltı sırasında denize doymamışız ki biraz daha seyrettik. Sonra da dondurmalarımızı yedik. 

Demir'in uyku vakti yaklaştığında ve Ortaköy kalabalıklaşmaya başladığında oradan ayrılıp İstanbul Modern Sanat Müzesi'ne gittik. Demir uyurken ben de müzede dolaşıp uzun zamandır görmek istediğim Mehmet Güleryüz sergisini gezebildim. Demir'le  katılacağımız kedi maskesi atölyesinin saati geldiğinde Demir hala uyuyordu. İstemeye istemeye onu uyandırdım. Atölyenin başlangıcında herkes ismini ve en sevdiği rengi söyleyerek tanıştı. Demir diğer çocuklarla fazla ilgilenmedi. masanın üzerindeki makas, yapıştırıcı gibi malzemeler daha fazla ilgisini çekti. Sonra atölyeyi düzenleyen kişi bize bir kedi masalı okudu.demir de merakla dinledi. Sonrasında ise maskeleri yapmaya başladık. Keçelere kağıttan kesilmiş kedi şablonları yardımıyla kedilerin gövdeleri için iki parça hazırladık. Sonra onları kesip üzerlerinde delikler açtık ve bu deliklerden dikerek  onları birleştirdik. Demir delikleri delmede ve dikmede bana biraz yardım ettiyse de daha çok eline makas alıp ipleri kesmekle uğraştı. Ben de hem dikmekte zorlandığım için hem de onunla birlikte bir şeyler yaratmak için geldiğimiz atölyenin  onun ilgisini çekmemiş olduğunu fark ettiğim için kendimi rahatsız hissettim ve biraz da sinirlendim.  Bunu da Demir'e yansıttım ne yazık ki. Defalarca iplerle oynamamasını söylediysem de yapmaya devam etti; ufak bir kriz yaşadık (bırakayım da oynasın, değil mi?olmuyor bazen ama :() Daha sonrasında çocukların yaptıkları kuklaları tiyatro sahnesinde oynatma zamanı geldi. Demir biraz çekinse de atölyenin sonunda Ponpon ismini verdiği turuncu kedisini tiyatroda oynatmaya çalıştı.Fakat ben ona etkinliği anlatırken sanırım yanlış bilgi vermişim; o gerçek bir tiyatro  olacağını sanmış. Bu yüzden biraz hayal kırıklığına uğradı. 
Atölyeden çıkınca müzedeki lokantaya geçtik Demir'in yemeği için. Bu seferki manzaramıza martılar ve feribotlar da eklenmişti. Bir de uzakta Can ile benim lisemiz. Yemekten sonra bütün haftasonu bizi başbaşa bırakıp gitmiş olan Can döndü sonunda. Günün geri kalanında onlar sohbet edip hasret giderebilsinler diye sessiz kalmaya çalıştım. Ve tabii böylelikle dinlenmeye de.