19 Ağustos 2014 Salı

Daha nice yazılara...


Demir doğduktan sonra ona her ay onun büyümesini-değişmesini anlatan; oyunlarımızdan, şarkılarımızdan, günlük hayatımızdan bahseden; benim duygularımı aktarabildildiğim mektuplar yazmaya başlamıştım. İstiyordum ki bebekliği kaybolmasın. Ben detaylarını unutmayayım; unutursam bakıp hatırlayabileyim. Büyüdüğünde de Demir okuyabilsin bebekliğini öğrenmek için; kendini, beni ve Can’ı daha iyi tanıyıp anlayabilmek için.  Demir bebekliğini geride bırakıp 2 yaşına yaklaştıkça aylık mektuplar yetmemeye başladı. Anlık değişimler, önemli anlar yaşamaya başladık. Paylaştıklarımız arttı. Bir blog yazmak bana bunların kaydını tutabilmem için bir disiplin sağlar diye düşünüp yazmaya başladım. Tutmayı başaramadığım günlükleri, yazmam gereken tezimi, okumam gereken makaleleri  ve kitapları, yapmam gereken işleri vs.  düşününce  emin değildim aslında düzenli yazabileceğimden. Ama konu Demir olunca yazı yazıyı takip etti; bir de baktım ki 25.yazı da bloga eklendi. Küçük adamla birlikte gezdikçe, gördükçe, okudukça, oynadıkça, öğrendikçe, eğlendikçe yazmaya devam...

Her duygu dahil tatil


Kemer yolculuğumuza daha önceki araba yolculuklarımız gibi gece saat 3’te başladık. Kocaman dolunay bize yolda eşlik etti. Demir’in arabada uykuya dalması biraz zaman alsa da gidiş yolculuğumuzun büyük kısmını uyuyarak geçirdi. 5 gece süren tatilimiz boyunca birçok duyguyu bir arada yaşadık.
Keyiflendik. Üçümüz denize girdiğimizde... Ben Demir’in kumlarla rahat oynayabilecği denize yakın sezlonglar ayırabilmek için sabah 7 sularında sahile gidip denize girdiğimde... Sahilde az da olsa kitap okuyabildiğimde.... Can'la Demir kumlarla oynarken, topun peşinde koşarken...
Şaşırdık. Faklı medeni ülkelerden geldiğini düşündüğümüz yabancı turistlerin ya " nasılsa burası medeniyetsiz bir ülke, istediğimiz şekilde davranabiliriz" diye düşündüklerinden ya da etraftaki Türk turistleri örnek aldıklarından kaba ve saygısızca davrandıklarını gördüğümüzde... Yemek zamanlarında Demir yaşlarında birçok çocuk görmemize rağmen sahilde hiçbirinin olmamasına ve çocuk doktorlarının "en pis deniz bile en temiz havuzdan iyidir" önerisine rağmen neredeyse tüm çocukarın havuaza girmesine....Yemek dağlarından oluşan tabaklarıyla dolaşıp hala yemek arayan ve bizim iştahımızı kesen misafirlerin onları nasıl yediğine veya yiyemeyip atılmasına göz yumduğuna...
Mutlu olduk. 7. evlilik yıl dönümümüzü kutladığımızda...Demir ise dondurmanın ve tatlıların tadına baktığında...
Bunaldık.  En çok sıcaktan... Demir son birkaç aydır babasına çok düşkün olmaya başladığı için "baba giydirsin", " baba uyutsun" , " baba yedirsin"  gibi cümleler kurarak herşeyi onunla yapmak istediğinde... Sıcaktan, kumlardan ve taşlardan rahatsız olduğu için sürekli kucakta taşınmak istediğinde...
Yorulduk.  Demir gerek sıcaktan gerekse şu aralar herşeye itiraz etme döneminde olduğu için yemek yemek istemediğinde...

Sinirlendik.  Bazen birbirimize... Daha çok sayıca yetersiz olduğundan müşterilerin taleplerini karşılamakta zorlanan asık suratlı otel personeline...  Bebek ve çocuk dostu bir otel olduğu iddia edilen otelimizde çocuk menüsünün acı soslu makarna, sosis, kızarmış patates, tatlı kahvaltı gevreklerinden ibaret olmasına... Mama sandalyelerinin hepsinin bozuk veya kırık olmasına... Bir gün yemekte yan masamızda oturan ailenin Demir yaşlarında olan çocukları çişini tutamayıp yere yaptığında ailenin bu duruma kayıtsız kalarak garsonlara haber vermemesine, daha da kötüsü onlar gittikten sonra durumu anlattığımız garsonların yeri temizlememesine...Bunları otelden ayrılırken müşteri memnuniyet anketine yazarak ne kadar memnuniyetsiz kaldığımızı belirttim, rahatladım.

Korktuk. Demir bir akşam yemeğinde kemeri olmayan ve önündeki tepsisi sabitlenemeyen mama sandalyesinden yüzüstü yere düştüğünde... Ertesi gün denize girdikten sonra duş almak istemeyen Demir biz ayağından çıkardığımız deniz ayakkabılarını yıkamaya çalışırken çıplak ayak koşarak kaçmaya çalışıp ıslak zeminde kayarak sırtüstü yere yığıldığında (çoook korktuk!)... Neyse ki iki düşmeyi de yarasız beresiz atlattı.
Benim aklım parasailingde kaldı. Daha önceden Can’ı yamaç paraşütü için ikna etmiş olsam da bu sefer parasailing için ikna edemedim. Neyse ki Demir’den sözümü aldım; o büyüyünce beraber yapacağız :)
Dönüş yolculuğumuz Demir’in sık ihityaç molaları, sıcak, yemek araları ve yorgunlukla birlikte hesap ettiğimizden daha uzun sürdü. Bu tatilimizin sonunda Demir’in uzaktayken evini ne kadar çok özlediğini fark ettik. Ayrıca bir daha her şey dahil tatil yapmamaya; çok sıcak zamanlarda güneye inmemeye ve uzağa gideceksek uçağı tercih etmeye karar verdik. Bakalım ileride bu kararları uygulayabilecek miyiz?


18 Ağustos 2014 Pazartesi

Her şey dahil tatillerimiz

Uzun zaman 'her şey dahil tatil'lere karşıydım. Tatilde bütün zamanımı bir otelin sınırları içinde geçirmek, oda-restaurant-deniz veya havuz kenarı üçgeninde dolaşmak, sürekli yemek içmek bana sıkıcı gelirdi. Buna rağmen Can’la düğünümüzden sonra çok yorgun olacağımızı varsayıp balayımız için böyle bir tatil organize etmiştik. Bu ilk deneyimimizin 3.gününde bu tür tatiller hakkındaki fikirlerimde yanılmadığımı anlamıştım. Sonrasında böyle tatillerden uzak durduk. Demir doğduktan sonra ise odadan-denize ve denizden-odaya ulaşmanın kolay olması, bebek yatağının rahatlıkla bulunabilmesi, yemek yapma ve bulma derdinin olmaması, doktorun olması gibi çocuklu tatilin çoğu ihtiyacını karşılayabileceğine kendimizi inandırdığımız için her şey dahil otelleri tatil için tercih eder olduk.

İlk her şey dahil tatilimizi Demir henüz 4,5 aylıkken Belek'te yapmıştık. Henüz katı gıdaya geçmediğimiz için yemek konusunda rahat olduğumuz zamanlardı. Demir sabah ve öğleden sonra birer kez denize giriyor, sonrasında yorulup gün içinde bol bol uyuyordu. Ama diş çıkarma arifesinde olduğundan geceleri her 2 saatte bir uyanıyordu. Bu tatilin yorucu kısmı uçak yolculuğı olmuştu. Hem giderken hem de dönerken farklı sebeplerden Demir sürekli ağlamıştı.
Daha sonra Demir 13 aylıkken Lemi Dede'siyle beraber Marmaris'e gitmiştik. Çocuk menüsü olmayan bu otelde Demir taneli beslenmeye direndiği için yemek konusunda çok zorlanmıştık. Demir’in sürekli beni yanında istiyor olması dolayısıyla yaşadığımız krizler bu tatilimize damgasını vurmuştu. Deniz güzeldi. Demir biraz yüzüp, bol bol taş toplayıp yürüme antremanı yapmıştı. Gün içinde iki defa uyuyordu. Biz de bu molalarda onu babama bırakıp Can'la birlikte denize girebiliyorduk. Akşamları da Demir uyuduktan sonra üçümüz sohbet ediyor, müzik dinliyor ve dinleniyorduk.
Bu tatilden 1,5 ay sonra Bodrum Torba'da başka bir her şey dahil oteldeydik. Demir'den birkaç ay büyük oğulları olan arkadaşlarımızla beraberdik bu sefer. Yemek konusunda şanslıydık. Ana restuarantta blender vardı ve istediğimiz yemeği Demir'e rahatlıkla yedirebiliyorduk.  Deniz temiz ve sıcaktı. Demir günde 2-3 defa denize giriyor, 2 defa da uyuyarak dinlenebiliyordu. Arkadaşlarımızın oğluyla yemek ve uyku saatleri denk gelmeyince bir arada fazla vakit geçirememişlerdi. Ama çocuklar uyuduktan sonra biz büyükler benim uykum gelene kadar tatilin keyfini çıkarabiliyorduk. İlk  akşam sineklere Demir ziyafeti çektiğimizi saymazsak bir sorunumuz olmamıştı ta ki dönüş yolculuğuna kadar. Dönüş günü mümkün olduğunca Demir’in uyku saatine yakın otelden ayrılmak isteyen ben o güne hasta ve halsiz uyanınca bir an önce yola çıkmak istemiştim. Yolda şiddetli yağmur, kazalar, trafik ve uyumayan Demir yolun olduğundan daha uzun hissedilmesine sebep olmuştu. Eve vardığımızda bir daha arabayla tatile gitmemek konusunda kararlıydım. Fakat bu kararı uygulayamayıp bu sene yine düştük arabayla yollara. İstikametimiz Kemer’di. Bir sonraki yazımda...


6 Ağustos 2014 Çarşamba

Yazlık Günlükleri -5 Yağmur keyfi

Yağmurun ardından nemli toprak kokusuna karışan çimen ve çicek kokusunu çok severim. Bu sene yazlıkta kaldığımız görece kısa sürede bu kokuyu iki kez içime çekme ve Demir'le paylaşma fırsatı buldum. 

Yağmurla karşılaştığımız ilk gün bayram tatilinden önce Can'ın da yazlıkta olduğu bir cumartesiydi. Sabahtan itibaren hava bulutluydu; yağmur yağacağı belliydi. Vaktimizin çoğunu evde geçirip akşamüstü Ereğli'ye gittik yemek yemek için. Yemeğimizin sonlarına doğru hava açtı. Biz de sahilde yürüyüş yapma fırsatı bulduk. Yağmur sonrası denizi seyrettik. Demir'le balıkçı teknelerini ve romörkörleri inceledik, deniz fenerini ziyaret ettik. Sonra da siteye dönüp sokaklarda dolaşarak yağmur kokusunun keyfini çıkardık. 

Yağmurlu ikinci günümüz ise geçen cumartesiydi. Can İstanbul'daydı ve ondan çok yağmur yağdığına dair haberleri alıyorduk. Yazlıkta ise hava sabahtan bulutlu olsa da sonradan açmış, rutubet ve sıcak her yere yayılmıştı. Bunaltıcı  havaya daha fazla dayanamayarak öğlen yemeğinden sonra Demir'le sahile indik. Biz denize girdikten kısa bir süre sonra kara bulutlar gökyüzünü kaplamaya başladı. Demir denizden çıkmak istemeyince ben Demir'in ilk defa yağmurda denize girme keyfi yaşayacağını düşünsem de bu gerçekleşmedi. Denizden çıktık, duşumuzu alıp kuruduk, meyvemizi yedik. Tam eve dönecektik ki Demir kendine bir arkadaş buldu. Bizim sokakta oturan bir komşumuzun  4,5 yaşındaki torunuyla kumlarda oynamaya başladılar. Komşumuz bulutların gelip geçici olduğunu söyleyince çiseleyen yağmura rağmen ben de oyunlarını bozmak istemedim. Ta ki Demir'in üstü ıslanana kadar. Hava çok serinlemiş olduğu için üşüyebileceğini düşünüp onu eve gitmeye ikna ettim. Tam evin önüne geldik ki çişeleyen yağmur bir anda sağnağa dönüştü. Arabadan eve kendimizi zor attık. Demir üstünü tam zamanında ıslatmış diye düşünmekten kendimi alamadım. Demir ilk defa şimşek ve gökgürültüsünden korktu. Sanırım bunun sebebi daha önce hiç bu kadar yakından görmemiş/duymamış olmasıydı.  O alışınca hırkalarımızı giyip balkonda yağmuru seyrettik. Eskiden yağmurlu havalarda arkadaşlarla bir evde toplanıp  kağıt ya da Milyoner, Gizli Hedef gibi kutu oyunlarını oynar çekirdek çitlerdik. Bunu düşününce  bir tür kart oyunu olan korsan oyunumuzu oynamak geldi aklıma.  Bu oyunu oynayarak balkonda yağmurun keyfini sürdük.


Yağmur dindiğinde Demir'in yemek vakti gelmişti. O yüzden yağmurdan sonra dolaşamadık; fakat Demir uyuduktan sonra serinlemiş havayı ve  toprak kokusunu içime çekerek oturdum balkonda. Dinlendim; dinginleştim.  

3 Ağustos 2014 Pazar

Bu arabanın adı ne?

Demir yeni bir oyun başlattı: Birlikte araba markalarını söylüyoruz. Demir'in ilk öğrendiği araba markası babası Mercedes'te çalıştığı için mercedesti. Amblemini yıldıza benzetmişti, bununla ilişkilendirerek önünde yıldız gördüğü arabalara mercedes diyordu. Arabaların markaları olduğunu; önlerinde, arkalarında ve tekerleklerinde bu markanın amblemini taşıdıklarını yazlıkta her gün sokaklardaki onlarca arabanın yanından geçerken fark etti. "Anne sana söylesin" diyerek başlayan oyunumuz artık "Demir anneye söylesin" diye deam ediyor. 

Markaları tanıma şeklimiz şöyle:
- yıldız (babanın arabasından) : mercedes
-şimşek(bizim arabamızdan): opel
- karşı komşumuz Özlem Abla'nın arabasından: volkswagen
- baklava (Özlem Abla'nın kardeşi Özgür Ağabey'in arabasından): renault
-H harfi: hyundai
-çam ağacı: citroen
-iç içe geçmiş daireler: audi
- aslan:peugeot
Toyota'nın amblemi için yardımcı olabilecek bir yol bulamadık, ama sitede o kadar çok bu marka arabadan varmış ki Demir tanıyor artık. Nissan ve Ford'u yazısından tanıyor. Honda ve Fiat sitemizde yok denecek kadar az olduğundan henüz tanımıyor. Arada markasını tanımadığım arabalarla karşılaşabiliyoruz. Özellikle jiplerde. Demir gördüğünde şaşırıyor ve benden markasını söylememi bekliyor. Kendim araba kullanana kadar araba markalarını merak etmeyen  ben bazen cevap bulmakta zorlanabiliyorum tabii ki.  Demir de benim "bilmiyorum " cevabımı kabul etmekte zorlanabiliyor. Sonra arabayı inceleyince markasını anlayıp rahatlıyoruz. 

Artık sokaktan arabalar değil, bizim için markalar geçiyor. 'Bu arabanın adı ne?' oyunumuzu her an her yerde oynuyoruz. 

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Kardeş ikilemi

Dün Demir'le sahilde iki kardeş gördük. 7-8 yaşlarında bir kız çocuğuyla, 11-12 yaşlarındaki ağabeyi  kumlarda oynuyorlardı. Ayaklarına ufak dikenlerden batınca çıkardılar dikenleri, attılar yere. Sonra kızın iki parmağının arasına bir diken girince çok canı yandı. Yere oturdu, "ağabey" diye seslendi. Koşarak gelen ağabeyine ayağını uzattı. Ağabeyi dikeni çıkardı. Neşeleri yerine geldi, kumlarda koşup oynamaya devam ettiler. O kısacık sürede beni çok etkilediler.  

Geçmişe gittim. Ağabeyim geldi aklıma.  Yan yana durduğumuz, birbirimize yaslandığımız, hayatın bize sunduğu canımızı yakan dikenleri çıkarmaya çalıştığımız zamanları andım; gözlerim doldu. Herkesin bir kardeşi olmalı diye düşündüm. Demir'in nasıl bir ağabey olacağını hayal ettim.  Sonra "başka çocuk istemiyoruz ki" dedim kendi kendime. "Bencillik mi yapıyoruz acaba Demir'den bir kardeşi esirgeyerek" diye düşündüm. "Can'ın da kardeşi yok, ama sorun etmiyor" diyerek kendimi teselli etmeye çalıştım.  "Ama Demir'in kardeşi olsa ne kadar severdi kimbilir" dedim, "kardeşi olmazsa sağlam dostlukları, kardeşten yakın arkadaşları olsun"  diye karşılık verdim. Demir''in "anneyle oynamak istiyon" diyen sesiyle içimdeki sesleri susturdum, kendime geldim.  

Akşam Demir'le konuşurken yan komşularımızın ikizlerinden bahsediyorduk. Onların kardeş olduklarını anlattım. Sonra da o gün hissettiklerimin etkisiyle "senin kardeşin var mı?" diye sordum. Demir' "Yok. Anne sana kardeş getirecek"dedi cevap olarak. Pes diyerek şaşırmış bir halde  kardeş ikilemini tekrardan değerlendirmek üzere rafa kaldırdım. En azından tez bitip hayatım biraz düzene girene kadar.