24 Aralık 2014 Çarşamba

Demir'in ilk tiyatro macerası

Geçtiğimiz pazar günü bizim için çok heyecanlı bir gündü. İki tiyatrosever olarak Can ile birlikte Demir'i tiyatroya götürecektik. Evde sürekli hayvanların veya tanıdığı insanların yerine geçip oyunlar oynadığı için tiyatro hoşuna gider diye düşünüyorduk. Ama bir taraftan da tiyatro süresince bir koltukta oturup oyunu sıkılmadan izleyebileceğinden emin olamıyorduk. Bir diğer olasılık da karanlıktan korkabilirdi. Bunları değerlendirip denemeye karar verdik. Demir'i götürebileceğimiz bir çocuk oyunu aramaya başladık. Çoğu çocuk oyunu için uygun olan yaş sınırı 3 veya 4 yaşından başlıyordu. Uzun aramalardan sonra 2+ bir çocuk oyunu bulabildik; hevesle biletlerimizi aldık. Perşembe gününden itibaren Demir'e pazar günü tiyatroya gideceğimizi,  tiyatroda neler yapıldığını anlatıp onu hazırladık. Pazar sabahı da kahvaltıdan sonra Akatlar Kültür Merkezi'nde "Kediler ve Köpekler Müzikali" adlı Tiyatro Mie'nin oyununu seyretmek için merakla yola çıktık. Oyun başlamadan Demir'le sahnedeki dekor hakkında sohbet ettik. O sütünü içerken biz de bu önemli günü fotograflarla belgeledik. Buraya kadar keyfimiz yerindeydi. Demir ilgiliydi. Ama oyunun başlayacağı anonsu yapılırken Demir "ben bu sesi sevmiyorum" dedi. Salon loşlaştırılıp müzik çalmaya ve sahnedeki ışıklar yanıp sönmeye başladığında ise ağlamaya başladı. Kucağıma aldım, sakinleştirmeye çalıştım, anlatmaya uğraştım, ama ne yazık ki işe yaramadı. Oyun başlayalı daha 10 dakika bile olmamıştı ki Demir'le beraber salonun dışındaydık. Biraz dolaştık, oturduk, etrafa baktık. Sonra salonun arkasında benim kucağımda tekrar denemek ister mi diye sorduğumuzda "olur" dediği için tekrar salona girdik, ama 2 dakika bile duramadan tekrar çıktık Demir istemeyince. Böylece ilk tiyatro maceramız hüsranla sonuçlandı. Hayal kırıklığımızı Demir'e belli etmemeye çalışsak da keyfimiz kaçtı. Akşam sohbet ederken tiyatroda neden korktuğunu sorduğumuzda karanlıktan korktuğunu söyledi. Biz de eğer tekrar gitmek isterse onu götürebileceğimizi anlatıp konuyu kapattık. Benim 'Demir tiyatroyu severse ne güzel haftasonlari ailece yapacak bir etkinliğimiz olur', 'sık sık tiyatroya gideriz', 'hem gittiğimiz oyunları da blogumda yazarım' gibi hayallerim de şimdilik rafa kalktı.

19 Aralık 2014 Cuma

Yılbaşı ağacımız

Çocukluğuma dair anılarımda yılbaşıların ayrı bir yeri var. Yılbaşı ağacımızı hatırlıyorum salonun bir köşesine babamla kurduğumuz. Işıl ışıl, üzerinde pamuktan karlar, altında peluş Noel Babam. Yılbaşı demek hep bir arada olmak demekti ve genelde Gül Teyze'min evine gitmek. Çok severdim hem teyzemi, hem de evini. Etiler'de bir tepe üstündeki bir apartmanın en üst katında, dubleks, Akmerkez manzaralı bir evdi. Her camından etrafa yukarıdan bakmaya bayılırdım. Evlerdeki çam ağaçlarını ve insanları seyrederdim. Hele bir de kar yağmışsa bembeyaz şehre bakmak çok hoşuma giderdi. Bir yılbaşında haminnem de gelmişti, ne mutlu olmuştum. Onunla ilk ve son yılbaşımdı herhalde. Gül Teyze'ye gitmediysek de bize gelirdi babaannemler, halam... Yenilir, içilir ve tabii tombala oynanırdı. Bir de ilkokul öğretmenimin bir yılbaşında tüm öğrencilerine üzerinde Noel Baba olan küçük bir bardak aldığını hatırlıyorum; uzun zaman saklamıştım onu. Sonra büyüdüm herhalde. Noel Babam yok oldu (bilmiyorum ona ne olduğunu). Kutlamalar azaldı. Ama yılbaşı ağacı görkemini hiç kaybetmedi benim için. Evlenince aldım büyük bir hevesle; bir iki yıl kurdum. Sonra üzüntüler girdi araya, kurmak canım istemedi birkaç sene.

Neyse ki bu sene Demir dışarıda renkli renkli, süslü yılbaşı ağaçlarını görünce evde de bir tane olsun istedi de hevesim geri geldi. Plastik olanlardan edindik bir tane. Eski süsleri bulabildim evde. Onlara birkaç tane yeni ekledik. Işıklarımız bozulmuştu, onları yeniledik. Ağacımızı salonun baş köşesine kurduk Demir'le birlikte. Süsledik bir güzel. O hangi süsün nereye asılacağını gösterdi; ben astım. O bazı süsleri kendine saklamak istedi; ben ağaç dopdolu rengarenk olsun diye hiçbir süsü feda etmek istemedim. Onun bir taneyi almasında anlaşarak diğerleriyle donattık ağacımızı. Işıklarını da taktık. Peluş Noel Baba çok aradım, ama bulamadım anılarımda kalan gibi bir tane. Bir banka oturmuş bize hediyeler getireceği günü bekleyen bir Noel Baba alıp koyduk ağacımızın altına. Süslerin arasından Noel Babalı müzik kutum çıktı, unutmuşum varlığını. Ama Demir sevmedi sesini, biz de ağacın altına koyduk sessizce. Şimdi akşamları açıyorum ışıklarını, seyrediyorum. Onun bize uğurlu geleceğini, 2015'in  güzel geçeceğini, Demir'le daha birçok yılbaşı ağacını birlikte süsleyeceğimizi ve onun bir sürü güzel yılbaşı anısı olacağını umarak....

13 Aralık 2014 Cumartesi

Mevsimler

Bilmezdim mevsimlerin bu kadar birbirinden farklı ve eğlenceli olduğunu Demir'den Önce (D.Ö.)'de:)
Sonbaharın gelmesiyle yerdeki yaprakları fark eden Demir taşlara ek olarak yaprakları da toplamaya karar verdi. Sokağa çıktığımızda ceplerimiz yaprak dolu eve dönmeye başladık. O zaman fark ettim yaprakların ne kadar birbirinden farklı olduğunu. Şekilleri, büyüklükleri, kenarları, damar yapıları farklı farklıymış. Tabii renkleri de. Sonbaharın etkisiyle yeşili açılan, sararan, kızaran yapraklar... Benim favorim kızaranlar. Sanki daha önce hiç görmemişim onları. İlkokulda öğretilen "sonbaharda yapraklar sararır" bilgimle çelişen her kızarmış yaprağa bir mucizeymiş gibi bakar oldum. Tabii Demir'e de "Aaa, bak kırmızı yaprak!"diye gösterir oldum. Okuduğum kitapta sonbahara dair "önceden birbirlerinin aynı gibi görünen ağaçlar kişilik kazanır ve ormanları binlerce farklı renge boyar" (Coelho, 2014, s.109) betimlemesi aklıma kazınıyor muhtemelen D.Ö.'de hiç dikkatimi çekmeyecekken. Yazara o kadar hak veriyorum ki  bu betimlemeyi anlatıyorum çevremdekilere "yazar ne güzel anlatmış, değil mi?" diyerek. 
Sonbahara olan ilgimizi evde farklı aktivitelerle de pekiştirmeye çalıştık. Tuvalet rulolarını Demir'in seçtiği renklere boyayıp ağaç gövdeleri yaptık. İçlerine yaprakları yerleştirdik. Can'la Demir yaprakları kağıda yapıştırıp kocaman bir gövde çizdiler onlara. Evimiz ağaçlarla doldu.

Havalar soğuyunca da kışa kaydık sonbahardan. Kar bekliyoruz şimdi. Kağıttan kardan adamlar yapıp pamuklarla kar yağdırıyoruz üstlerine. Demir kar ne zaman yağacak diye sordukça havanın daha soğuması gerektiğini söylüyorum. Bir taraftan da İstanbul'a yine kar yağmazsa kar görmesi için Demir'i nereye götürebiliriz diye düşünüyorum.

Önümüzdeki mevsimlerde keşfedeceklerimizi merak ediyorum.Her mevsimin tadını çıkaralım istiyorum birlikte büyürken, öğrenirken, eğlenirken...

1 Aralık 2014 Pazartesi

Oyun grubunun sonu

Demir'le 8 hafta süren oyun grubu maceramiza son verdik. Gittiğimiz merkezde hareket eğitimi başlığı altında yapılan aktivitelere alışamadı Demir. Zıplamak, halkalara asılıp sallanmak, dengede durup tahtaların üzerinde yürümek ilgisini çekmedi. Beni yanında istemekten vazgeçmedi. Eğitimin yapıldığı sınıfa annelerin girmesinin mümkün olmadığını anlatsam da giren velileri gördükçe beni de yanında istedi. Ben girmek istemedikçe o dışarıya çıkmaya başladı "su istiyorum",  bacağım acıdı", "çişim geldi" şeklinde birbirini takip eden bahanelerle. Boya yapıp, hamurlarla oynayıp, kağıttan şekiller yaptıkları sanat eğitimi kısmında daha mutluydu. Orada da müzik eşliğinde dans edildiğinde arkadaşlarına katılmaktansa onları izlemeyi tercih ediyordu, ama en azından 1 saat boyunca sınıfta duruyor; beni yanında aramıyordu. Ama geçen hafta oradan da 20 dakika sonra çıkıp bir daha geri dönmek istemeyince bir süre ara vermenin daha doğru olduğuna karar verdik. Belki tekrar okula gitmek istediğini söyler diye beklemedeyiz şimdilik ( gittiğimiz merkeze okul demek ne kadar doğru oluyordu kararsızdım giderken. Diğer veliler öylemsöylediği ve Demir okulu merak ettiği için öyle demeye başlamıştık. Sonu bu şekilde bitince de "keşke okul demeseydik hiç" diye düşündüğüm oluyor).  Artık çeşitli atölye çalışmalarını  takip edip internetten, kitaplardan vs. faydalanarak evdeki sanatsal çalışmalarımıza devam  edeceğiz. Bu doğrultuda geçen hafta sonu Legabebe'nin atölyesine katıldık. Veliler de katıldığı için Demir rahattı; sıkılmadan aktiviteleri yaptı. İlk önce playcornlarla kutu adamını besledi. Sonra rengarenk pirinçlerle oynadı; onları bardaklara doldurdu ve yere döktü :)  Balığa kağıttan pullar yapıştırdı. Kulak çubuğuyla boyama yaptı. En sonunda da ay kumunun içinde süzgeç aradı her ne kadar tozlanan pantolonundan rahatsız olsa da. Böylece bir saat keyifli  vakit geçirdik birlikte. Ben de birçok aktivite fikri edindim. Ertesi gün renkli pirinçlerimizi hazırladım ve keyifle oynadı Demir yine. Darısı diğer aktivitelere...

Demir Kitap Fuarı'nda

Çocukluğumda hiçbir kitap fuarını kaçırmazdım. Annem ve babamla Odakule'deki Tüyap'a gider, kalabalığa aldırmadan dolaşır, bir sürü kitapla eve dönerdik. Sabırsızlanırdım bir an önce onları okumak için. Lisedeyken ise  okul çıkışı, genelde okul erken bittiği için cuma günleri, arkadaşlarımla gider stand stand dolaşırdım. Daha önceden belirlediğim kitapları alır onlara yenilerini eklerdim. Sonra  kitap fuarı Beylikdüzü'ne taşındı. Ben de bir süre ara verdim üniversite yıllarımda. Ama sonra biz de Beylikdüzü'ne taşınınca tekrar kavuştum fuarıma. 
İki senedir de Demir'le katılıyoruz. Geçen sene Can'la birlikte gidip hem Demir'e hem de kendimize kitaplar almıştık. Bu sene Demir'le başbaşa gittik. Hafta içi bir gün erken bir saati seçtiğimiz halde okulların katılımıyla fuar kalabalıktı. Her zaman kalabalık olması hoşuma gitmiş olsa da bu sefer Demir'in pusetini onca çocuğun arasında sürmek kolay olmadığı için bazen "bu ne kalabalık!" diyerek söylendiğim oldu. Diğer söylendiğim konuysa çocuklarıyla fuara gelen ve herkesi itip kakakarak standlarda öne geçmeye çalışan velilerdi. Hele bir tanesi beğendiği kitabı almak isteyen oğluna "ama bu  kitap öğretmeninin verdiği listede yok ki" diyerek bana "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu"dedirtti. Neyse ki kalabalığa rağmen dolaşmak istediğim tüm yayınevlerini dolaşarak Demir'e güzel kitaplar alabildim. Bazılarını ona sunduğum seçeneklerden kendi seçti, bazılarını evde okumayı sevdiği kitaplardan yola çıkarak ben seçtim. Pusetinde dolaşmaktan sıkılınca kalabalık yüzünden onu pusetinden kaldıramadığım için biraz söylendi ve sonrasında uyudu. O uyurken aldığımız bir kitabı yazarına imzalatma fırsatım oldu. Keşke uyumuyor olsaydı da yazarla o da sohbet edebilseydi az da olsa. O uyuyunca kendim için kitap bakmak ile kitap fuarıyla eş zamanlı düzenlenen İstanbul Sanat Fuarı'nı ve onur yazarı Atilla Dorsay için hazırlanan sergiyi gezmek arasında kaldım. Evde okunmayı bekleyen çok kitap olduğu için ikinci seçeneği seçtim. Böylece güzel tablolar ve ilginç heykeller görme fırsatım oldu. Demir uyanınca da bür sürü yeni kitap ile evimize döndük. O da benim gibi hevesle hemen okumak istedi kitaplarını. Kitap sevgisi hep devam eder umarım.

19 Kasım 2014 Çarşamba

Demir Havacılık Müzesi'nde

Yeşilköy'deki Hava Kuvvetleri Müzesi'nin sık sık önünden geçiyoruz. Demir "orada uçaklar var"  diye merakla orayı gösterdiğinden ve biz de onunla birlikte bu müzeyi ziyaret ederek uçaklara bakmak istediğimizden birkaç hafta önce soğuk bir pazar günü müzeye gittik. İlk önce kapalı bölümde Türk havacılık tarihiyle ilgili sergileri gezdik. İlk uçma denemelerine, farklı uçaklara, tarihteki önemli pilotlara ve hava şehitlerine dair bilgiler edindik. Eski uçakları, uçak motorlarını ve füzeleri inceledik. Pilotların zamanla değişmiş olan üniformalarına, rozetlerine baktık. Önemli pilotların büstlerini gördük. Demir'i sessiz olmaya ikma etmek pek kolay olmadığından turumuzu kısa sürede tamamladık.



Daha sonra bahçedeki uçakları teker teker inceledi Demir. Bazılarının içine dışarıdan bakılabiliniyor. Merdivenleri birer birer üşenmeden tırmanıp bu fırsatı kaçırmadı. Uçakların içlerine de girmek istedi tabii ki. Şansımıza bahçedeki uçaklardan birinin içi kısa bir süreliğine ziyarete açılmıştı gittiğimiz gün. Can ve Demir onun içine girdiler. Ama uzun süre kapalı kaldığı için havasız olan uçaktan çabucak çıktılar. Ben çok üşüdüğüm ve  uçakları tanıtan bilgi kartlarında sadece bilmediğim teknik  bilgiler verilmiş olduğu için bir süre sonra gezmeyi bırakıp bir banka oturup Can ve Demir'in turlarını tamamlamalarını bekledim. Dışarıdan çok görkemli gözüken bu müzenin içinin beklediğim gibi çıkmamasına hayıflandım. Bir taraftan da "belki soğuğun etkisiyle böyle düşünüyorumdur; keşke daha güzel bir havada gelmiş olsaydık" diye düşündüm. Ama çıkışta Can'ın çocukken geldiği bu müzeyi hatırladığı kadarıyla değişmemiş ve yenilenmemiş olarak bulduğunu söylemesi hayal kırıklığımızın başka bir yansımasıydı. Neyse ki Demir güzel vakit geçirdi. Üşümesine rağmen meraklı gözlerle uçakları inceledi. Uçak maketleri ve modelleri satılan hediye dükkanından (ki bu dükkanda herhangi bir oyuncakçıda bulunabilecek maketler ve uçaklar vardı; Türk Hava Kuvvetleri'ne özgü hiçbir şey yoktu. Ben havacılık tarihi hakkında kitaplar, müzedeki uçakların resimlerinin basılmış olduğu çeşitli hediyelik eşyalar, çeşit çeşit uçaklar beklediğim için yine hayal kırıklığına uğradım) uçağını alıp mutlu bir şekilde sonlandırdı müze gezisini.

9 Kasım 2014 Pazar

Kağıt penguenimiz

Sanat etkinliklerimize devam ediyoruz; durmak yok. Dün oyun grubu için gittiğimiz merkezde Demir kağıttan yspılmış penguenleri görüp "evde yapalım" deyince siyah ve turuncu kartonları ve ne zamandır almak istediğim hareketli gözleri edindik. Origamiyle yapabilirilz belki diye düşündüm önce.İnternetten videolar aradım. Onlara göre yaptığım penguen pelerinli bir yaratığa benzeyince vazgeçtim. İnternette gördüğüm diğer penguenlerden esinlenerek kağıtları kesip yapıştırarak sevimli bir penguen ortaya çıkardık Demir'le. Hoş geldi yeni arkadaşımız!


4 Kasım 2014 Salı

Boyalar,kağıtlar, hamurlar 1

El sanatlarına hiç ilgim olmadı. Yatkınlığım da. Yatkınlığım olmadığı için mi ilgim olmadı yoksa ilgim olmadığı için mi yatkınlığım gelişmedi bilemiyorum (tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan misali). Tüm okul hayatım boyunca serbest resim ödevi verildiğinde dağlar, bir ağaç ve bu ağaçtan büyük bir veya birkaç çocuk  çizmişimdir. Ama Demir resim yapsın, hamur oynasın, parmak kaslarını çalıştırsın, yaratıcılığını geliştirsin gibi farklı sebeplerle tekrar elime boya kalemi alıp birşeyler çizmeye, makas ve yapıştırıcı kullanmaya,  kağıt katlama teknikleri öğrenmeye başladım. Meğer bende ne cevherler varmış da haberim yokmuş?!?

 Bir gün tuvalet kağıdı rulolarını Demir'in seçtiği renklere boyayıp ağaç gövdeleri yaptık ve içine dışarıdan topladığımız yaprakları koyarak rengarenk ağaçlar yaptık. 


Başka bir gün kağıdı katlayarak kelebek yaptım, sonra Demir de kağıt kelebeğini boyadı. Elişi kağıtlarından daireler, kareler, üçgenler kesip onları kağıda palyaço yapacak şekilde yapıştırdık. Can palyaçomuzu robota benzetmiş olsa da en azından denedik ve kağıtları yapıştırırken ve palyaçonun etrafını boyarken Demir eğlendi. 

Hamurdan yeşil bir kirpi yaptık, dikenleri için kürdanları sapladık. Bu tür etkinlikleri seviyor Demir, benim de birazcık katkım oluyorsa ne mutlu bana :) 

Arı mıyız yoksa penguen mi?

Soğuklar geldi, Demir'in tanımıyla 'akşam erken olmaya'başladı, biz de parkları bırakıp vaktimizi daha çok evde geçirerek oyunlarımızı oynamaya geri döndük. 

Geçen gün yarım saat içinde önce arı olduk. Tüm evi "vız vız" diyerek kanat çırpıp dolaştık. Çiçeklerden bal yaptık, yuvamızda oturduk. Sonra çekirge olup zıpladık, yaprak yedik. Karınca olduk, yardımlaşarak yuvamıza yemek taşıdık. Sonra da kelebek olduk. Kozamızda büyüyüp kırlarda uçup çiçeklere konduk. 

Başka bir gün de salondaki koltukların minderlerinden deniz yaptı Demir. Önce gemideydik, sonra dalgıç oluverdik. Balıkları takip ettik, resimlerini çektik. Batık gemiyi inceledik. Kutuplara gittik. Kutup ayısı, penguen ve fok olduk. Demir koltuklardan yerdeki minderlere atlarken tehlikeli  davranışlar yapıyor olsa da rahat davranmaya çalışıp sahilde anne kutup ayısı olarak dinlendim. 

Okuduğumuz kitapların bu oyunlarda çok faydası oluyor. İnternetten de hayvanların yaptıklarıyla ilgili bilgi edinmeye çalıştım oyunumuzu zenginleştirmek için. Arılarla  ilgili bilgi ararken Arı Maya videoları buldum. Demir biraz seyretmeye başladıysa da çabuk sıkıldı ve biz de ekranı kullanmaktan vazgeçip doğaçlama devam ettik. Zamanla daha kimler olacağız acaba?

13 Ekim 2014 Pazartesi

Demir'le Batı Karadeniz-3

Amasra'daki kalabalık bizi korkuttuğu ve benzer bir durumla Safranbolu'da karşılaşmak istemediğimiz için sabah erken kahvaltımızı edip  Bartın'dan ayrıldık. Safranbolu'ya bizi götüren yol büyüleyiciydi. Bütün tatil boyunca sonbaharın etkisiyle yeşilin, sarının ve kırmızının farklı tonlarını tabiatta gözlemleyebildik. Ama bu yol bir başka güzeldi; iki tarafındaki ağaçların gökyüzüne doğru yükselirken birleşmesiyle  oluşan bir tabiat tüneli gibiydi; etkileyiciydi. Demir uyuduğu için bu manzarayı kaçırdı; ama ben ona bol bol fotoğraf çektim ve verdiğimiz molada renkli yapraklar topladım (daha sonra o yapraklardan ağaçlar yaptık).

Safranbolu turumuza Hıdırlık Tepesi'nden başladık. Şehri seyrettik. Demir'in fotoğraflar için poz vermesini sağlamaya çalışarak çayımızı içtik. Sonra  otelimizi bulduk. Yerleşemesek bile arabalarımızı park ettik. Safranbolu'nun sokaklarına daldık. Demir'in arabasını itmek zor olsa da yılmadık ve görmek istediğimiz her yeri görmeye çalıştık. 

Safranbolu simidini sıcak sıcak tadarak Cinci Hamamı'nın önünden geçip bahçesinde güneş saati olan Köprülü Mehmet Paşa Camii'ne gittik. Güneş saatinin nasıl çalıştığını öğrendik. Oradan Cinci Han'ı gezdik. Kaymakamlar Müze Evi'ne ulaştık. Evi dolaşıp Safranbolu'daki yaşam kültürünü tanıdık. Bahçesinde kahvemizi, gazozumuzu içip enerjimizi topladık.  Demirciler Çarşısı ve Yemeniciler Çarşısı'nı gezip Safranbolu'nun ünlü lokantalarından birine gittik. Kuyu kebabıyla ünlü, kremalı mantar çorbası dışında hiçbir çorba olmayan bu lokantada Demir'e uygun yemek bulamamamızla başlayan kriz  Demir'in arabasının garsonların lokantanın içindeki küçük havuzun yanına koymaları sonucu ıslanmasıyla büyüdü. Neyse ki karnım doyunca sakinleşebildim de kriz fazla uzun sürmedi. Demir de biraz köftenin suyuna batırılmış ekmek, biraz yemekten önce ikram edilen tereyağlı-ballı ekmek ve yoğurtla karnını doyurabildi.  Eski Hükümet Konağı'na vardığımızda uyudu; biz de biraz dinlenebildik. Hükünet Konağı'nın içindeki sergileri gezdik.Girişteki eski-yeni bilgisayarları ve parçalarını içeren sergi benim dışımda herkesin ilgisini çekti. Bense alt kattaki Safranbolu'nun yerel esnafını tanıtan sergiyi beğendim. Arka  bahçesindeki saat kulesini ve Saat Kuleleri Müzesi'ni gezdik.  Sonrasında eskiden hapishane olan binanın bahçesinde safran çayımızı içtik. Demir uyanınca da otelimize dönüp yerleştik. Kısa süre dinlenip otelin bahçesinde biraz oynadık. Sonra da yemeğe gittik. Hem biz yöresel yemeklerden tatmak istediğimizden hem de Demir'in mantıya benzeyen piruhiyi sevip rahat yiyebileceğini düşündüğümüzden uygun bir lokanta bulmaya çalıştık. Yemek yediğimiz lokantada biz yöresel yemekleri tadabilsek de Demir'in piruhiyi yemesi mümkün olmadı. Tatildeki son krizimizi yaşadık. Yemekten sonra lokumlarımızı alıp otelimize döndük.

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Tokatlı Kanyonu'nu ve üzerine kurulmuş olan Kristal Teras'ı görmek üzere yola çıktık. Yükseklik korkum olmasa da  terasta kendimi çok rahatsız hissettim; üzerinde durmak hoşuma gitmedi. İncekaya Su Kemeri'ni de görüp Bulak Mencilis Mağarası'na gittik. Sayıca çok olan dik merdivenleri Demir'le çıkıp mağaraya girmek kolay olmadı, ama buna değdi. Mağaranın içindeki sarkıt ve dikitler gözalıcıydı. Demir'in de ilgisini çekti. Bunların farklı nesnelere benzediğini iddia eden ve bize ısrarla göstermek isteyen mağara görevlisinden kurtulmamız da mağaraya girmek kadar zor oldu neredeyse. Mağaranın çıkışında Selen ve Burak'tan ayrıldık.
Bağlar mevkiindeki evlerin en az Safranbolu'nun içindekiler kadar güzel olduğunu görüp "keşke biraz da burayı dolaşabilseydik" diye düşünerek İstanbul'a dönüş yolculuğumuza başladık.

Batı Karadeniz turumuz genel olarak hem bizim için hem de Demir için keyifli geçti. Amasra'yı doğasıyla Safranbolu'dan daha çok sevdik. Safranbolu'daki maddiyat odaklı turizm anlayışından rahatsız olduk. Demir ilk defa arkadaşlarımızla bu kadar uzun süreli ve iyi ilişki kurdu. Selen'i de Burak'ı da çok sevdi. O kadar ki bazen bizi bırakıp Selen'in elini tuttu, Burak'la sohbet edip oynadı. Onlar da Demir'e çok yakın davrandılar; bu da Demir'i onlara yaklaştırdı; "Selen resmimi çeeeek"e kadar ilerletti. Kriz durumlarında onları da huzursuz ettik ne yazık ki, ama bize olumsuz bir duygu yansıtmadılar. Ayrıca Demir çok fazla yeni yer gördü; yeni şey öğrendi. Karadeniz'den, Safranbolu'dan, Karıkoca (Akçakoca)'dan bahseder oldu. Dönüş yolculuğunda tatil hakkında konuşurken "mağaraları sevdin mi?" sorusuna "hayır" dedikten sonra "neden?" diye sorduğumuzda "çok karanlık diye" şeklinde beyanatta bulundu. Tatilden döndükten birkaç gün sonra benim tarağımı eline alıp "Bunda bir sürü sarkıt var" dedi. Gidiş ve dönüş yolculuklarında sıkılsa da ben yanında oturmadan vakit geçirebildi. Sayısını bilemediğimiz çiş molaları ise yolculuğun tuzu biberiydi. Gezmeyi seven, meraklı küçük adamla yeni araba tatillerine cesaret alarak döndük doğa, kültür ve yemek turumuzdan.

Demir'le Batı Karadeniz-2


Bayramın ikinci günü otelimizde kahvaltımızı yapıp Amasra'ya doğru yola çıktık. Kuşkaya Yol Anıtı'nı ziyaret ettik. Çık çık bitmeyen merdivenleri Demir kucağımızda tırmanıp anıtı yakından inceledik. Oraya kadar çıkmışken fotograf makinelerimizi bol bol çalıştırdık. Sonra şehre tepeden bakabileceğimiz bir noktadan şehri seyredip bol virajlı yoldan merkeze indik. Arabayı park edip Demir'in arabasını almak için bağajı açtığımızda bir süpriz bizi bekliyordu: Araba yoktu, otelde kalmıştı. Kısa süren bir şoktan sonra Can'ı otele geri yollayıp Küçük Liman'dan çevreyi tanımaya başladık. Sahildeki balıkçı teknelerine baktık; denizi seyrettik. Kapalı(!) olan Amasra Müzesi'ne dışarıdan baktık. Sahildeki Fatih Sultan Mehmet ve Mahmud Paşa heykellerini inceledik. Sonrasında deniz kenarındaki bir çay bahçesinde Can'ı beklemeye koyulduk. O gelince de Demir arabasına kavuştu. Biz de başladık dolaşmaya. Edhem Ağa Konağı'nın önünden Kemere Köprüsü'ne, oradan da Ağlayan Ağaç'a doğru ilerledik. Köprü bir taraftan masmavi deniz, diğer taraftan şehrin manzarasıyla etkileyiciydi. Ağlayan Ağaç kafamda canlandırdığımdan çok uzaktı. Sanırım ağladığı zamanlara denk gelemediğimiz için beni etkilemedi. Kalın gövdeli, görkemli, bol yapraklı bir ağaç canlandırmıştım kafamda; uzun ama cılız olan hali beni hayal kırıklığına uğrattı. Karşısındaki Tavşan Adası'nda da hala tavşanların yaşandığı söyleniyor olsa da biz görmeye çalışmadık. Buraya giderken liseden arkadaşımız Hazar ve eşi Özlem' i 4 yaşındaki ve 2,5 aylık iki kızlarıyla karşımızda görmek ise bu tatilin en unutulmaz yanlarından biriydi. Can'a "Dünya gerçekten çok küçük" dedirtti. Bu tesadüfü fotograflama şansını da yakalayıp yemek yiyecek yer aramaya başladık. Demir bu arada uyumuştu. Benim içim  de öğlen uykusunu kaçırmadığı için rahatlamıştı. Bartın'da yaşayan bir arkadaşımın tavsiye ettiği bir lokantada Amasra salatasının tadına bakıp balık yedik. Demir bizim yemeğimiz bitince uyanıp yemek yemeye başladığı ve balık yemesi çooook uzun sürdüğü için uzun süre bu lokantada kaldık. Neyse ki sonrasında hemen karşısındaki dondurmacıdan dondurmalarımızı alıp Demir'in balık yemesinin yorgunluğunu biraz üzerimizden atabildik.


Amasra'nın sokaklarında dolaşmaya devam ettik. İstikametimiz Büyük Liman'dı. Tarihi Çekiciler Çarşısı'nı kalabalığa rağmen geçmeyi başarıp limana ulaştık. Kalabalık korkutucuydu. Her tarafta insanlar ve arabalar vardı. Orada fazla kal(a)madık. Kaleye doğru yöneldik. Böylelikle kalabalıktan kurtulmayı başardık. Fatih Camii'ni ve kapalı olan Küçük Şapel'i keşfedip sokakların tadını çıkarmaya çalıştık. Evleri inceledik, bahçelere baktık, incir ağaçlarında  olgunlaşmış incir aradık ve tabii arada taş topladık :). Sonra merkeze geri dönüp yöresel pideler ve ev yemekleri yapan bir lokantada karnımızı doyurduk. Oradan çıktığımızda kalabalık kaybolmuş, sabahki sakinlik geri gelmişti. Günün başında oturduğumz çay bahçesinde ertesi günün planını yapıp ikinci günümüzü sonlandırdık.

Demir'le Batı Karadeniz-1


Uzun zamandır gerçekleştirmek istediğimiz Batı Karadeniz turu için bayramı fırsat bildik; tatile birkaç gün kala arkadaşlarımız Burak ve Selen sayesinde otellerimizi ayarlayıp onlarla birlikte bayramın ilk günü erkenden yola çıktık.Sapanca 'ya varmadan Berceste'de kahvaltimizi ettik. Oradan ilk istikametimiz Akçakoca'ya doğru ilerledik.  Genelde tatillerden önce gezeceğimiz yerlere dair bilgiler toplayıp rotamızı çizsek de bu sefer programın son anda kesinleşmesi ve yoğun geçen bir hafta dolayısıyla dersimizi çalışmamıştık Can'la. Yol boyunca bunu telafi etmek için internet sitelerinden bilgiler edinmeye çalıştık. Ama geç kalmıştık. Akçakoca'ya doğru giderken yol üzerindeki Karasu'yu es geçmiştik. Karasu'daki longozu öğrendiğimizde buraya gideceğimiz yolu kaçırmıştık ne yazık ki. İlgimizi çeken bu yeri gezmeyi başka sefere bırakıp yolumuza devam ettik.

Akçakoca turumuza Akçakoca Kalesi'yle başladık. Kale kalıntıları kapalıydı.Tüm tatil boyunca karşımıza çıkacak kapalı yerlerden ilkiydi burası. Kalenin sağ tarafında katman katman olan beyaz kayalar ilginçti. Oradan merkeze indik. İlçenin simgelerinden olan Merkez Camii'ne yakın bir yere arabalarımızı park ettikten sonra sahil kıyısında dolaştık. Demir yol boyunca "Karadeniz bir yerde, göster" dediği için ona denizi ve sahildeki balıkçı teknelerini gösterdik. Sahile yakın yöresel ev yemekleri yapan bir lokantada  lezzetli yemeklerimizi yiyip Karadeniz Ereğlisi'ne ilerledik. Demir gemilerle ilgilendiğinden Alemdar Gemisi’ni görmek için sahilde mola verdik. Oradan da Cehennemağzı Mağarası’na gittik. Demir ilk defa mağara görüyordu. Okuduğumuz kitaplarda mağaralarda hayvanlar yaşadığı için Demir de ayılar aradı kısa bir süre. Sonra da keyifle gezdi. Buradaki mağaralardan birine dar, karanlık, uzun merdivenlerden iniliyordu. Bu bizi yıldırmadı ve Demir Can’ın kucağında mağaraya inip gezisini keyifle tamamladı.

Daha sonra Zonguldak üzerinden Bartın'a doğru ilerledik. Zonguldak civarında mola vermek istesek de dersimizi calışmamış olduğumuzdan şehrin girişindeki manzaralı kafeleri kaçırıp şehrin içinde de başka duracak yer bulamayınca yolumuza devam ettik. Bartın'a vardığımızda hava kararmak üzereydi. Otelimizi bulup odalarımıza yerleştik. Dinlenmeye fırsat bulamadan yemek yiyeceğimiz bir yer bulmak için dışarı çıktık. Bartın sokakları bomboştu. Bayramın ilk günü olmasının etkisiyle pastaneler,çiğköfteciler ve tekel bayiileri dışında nerdeyse tüm dükkanlar kapalıydı. İlginçtir ki hiç sinirlenmeden "saat de kaç oldu? Demir ne yiyecek?” diye panikle söylenmeden "en kötü bir pastaneden poğaca alırız" diye düşündüm. Pastaneye doğru giderken Selen'le Burak'tan yemek yiyebilecegimiz bir yer bulduklarının haberi gelince çok mutlu olduk. Uzun süre yemek beklemiş olsak da ve bütün gün uykusuz kalıp yorulmuş olan Demir'i zapt etmemiz kolay olmasa da keyifli bir yemek yiyip otelimize döndük.  Demir'i uyuttuktan sonra biraz Amasra'ya dair bilgi edinmeye çalışıp uykumuza yenik düşerek günümüzü sonlandırdık.

3 Ekim 2014 Cuma

Soruların gücü


Demir ilk sorusunun ardından çeşit çeşit soru yapıları kullanmaya başladı: ‘ne?’, ‘nerede?’, ‘hangisi?’, ‘kimin?’. Arada eski yapılarına dönüp “bu bir şey. Anne sana (yani  bana) söylesin” diyorsa da sorular ağırlıklı artık. Dün akşam ben Ankara yolculuğum için hazırlanırken odamın kapısına gelip “Anne, ne yapıyorsun?”dedi. Önce soru sorması hoşumuza gittiği için gülüp cevap veriyoruz. Sonra o soruların hiç bitmeyeceği günler geliyor aklımıza; biraz korkuyoruzJ Bir kere soruların gücünü fark etti ya Demir arka arkaya sıralayacaktır hepsini yakında hiç durmadan.

 



30 Eylül 2014 Salı

İstanbul’u yaşamak


Doktora tezim için topladığım verilerin kayıtlarını yazıya dökmekle uğraşıyorum bu günlerde. Veri toplama sırasında çocuklarla kurduğum ilişkiler, aramızda geçen diyaloglar benim için veri toplama sürecinin keyifli yanları olmuştur her zaman. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala yüksek lisans tezim için veri topladığım zamanlara dair çok net hatırladığım çocuklar ve onlarla yaşadığım unutulmayacak anılar vardır zihnimde.  Geçen sene mayıs ayında 5 yaşındaki bir çocukla aramda geçen diyalog da beni çok etkilemişti. İstanbul’un önemli yerlerinin resimlerinin olduğu bir tişört vardı üzerinde: Galata Kulesi, vapurlar, Boğaz, Kız Kulesi. Ben de hem çalışmaya başlamadan önce biraz havayı ısıtmak hem de bu tür tişörtleri sevdiğim için “tişörtün ne kadar güzelmiş. Sen tişörtündeki yerlerden hangilerini gördün?” demiştim.  Çocuk bir tişörtüne bakmış, bir bana bakmış ve “hiçbirini” demişti. Üzülmüştüm, görmediği için o da üzülüyormuş gibi hissetmiştim. Uzun süre zihnimde kaldı ifadesi.  Kayıtların üzerinden geçerken o çocuğu ve tişörtünü gördüğümde tekrar yaşadım aynı sahneyi, aynı duyguyu. Ben Demir’in yaşadığı şehri  deneyimlemesini istiyorum. Bu olay daha da güçlendirdi bu isteğimi. Boğaz’da vapur keyfi yapsın, Kız Kulesi’nden İstanbul’u seyretsin. Camilerini, saraylarını, parklarını gezsin. Çarşılarında dolaşsın. Adalarına gitsin. Sinemalarını, tiyatrolarını, müzelerini bilsin.Sevdiği semtleri sokak sokak tanısın. Kültürünü bilsin. Ben ona ihtiyaç duyduğu kadarıyla eşlik edeyim. İstanbul’umu ona tanıtayım, o İstanbul’unu yaşasın istiyorum. Zengince, doya doya, anlayarak. Hem İstanbul, hem de tüm çocuklar hak ediyorlar bunu.

19 Eylül 2014 Cuma

Demir oyun grubunda

Can'la Demir anaokuluna ne zaman başlayacak diye düşünmeye başladığımız zamanlarda onun bir oyun grubuna katılmasının iyi olacağına karar verdik. Demir 9 aylıkken bir oyun grubuna katılmayı denemiştik. İsmi çok bilinen bir zincirin bize en yakın şubesine gitmiştik. Demir önce biraz çekinmiş, sonra da kendince yapılan aktivitelere katılmıştı. Ama katıldığımız oyun grubunda yapılan aktivitelerin Demir'e fazla bir şey katacağını düşünmediğimden, oranın para tuzağı olduğuna karar verip daha sonrasında tekrar gitmedik. Çocuklarla sosyalleşmesi çocuklu arkadaşlarımızla buluştuğumuz zamanlar ve parkta geçirdiğimiz saatlerle sınırlı kaldı. Daha fazla sosyalleşebilmesi için eve yakın oyun gruplarını araştırmaya başladım. Herhangi bir anaokulunun oyun grubu olmasını istemiyordum. Daha önceden bir arkadaşımdan duymuş olduğum Muzipo'ya yöneldim bu yüzden. Eğitimle ilgili bir kurumdan beklentilerim yüksek oluyor her zaman. Burası beklentilerimin hepsini karşılar nitelikte değil ne yazık ki. 

Ama haftada bir gün 2 saat Demir'in başka çocuklarla birlikte vakit geçirmesini sağladığı için de tercih edilebilir geldi. Geçen haftaki deneme dersinden sonra Demir'e tekrar gelmek isyeyip istemediğini sorduğumda istediğini söylediği için kaydını yaptırdık. Bir saat hareket eğitimi adı altında top toplama, basket atma, dengeli yürüyüş, kaydıraktan kayma gibi aktiviteler yapıyorlar. Bir saat de sanat eğitimi adı altında boyalarla ve hamurlarla oynuyorlar, müzik dinleyip dans ediyorlar.

Geçen hafta Demir deneme dersi olarak sadece hareket eğitimine katıldı.  Bir saatin çoğunu benim beklediğim kapının yanında aktivitelere katılmayarak çocukları, eğitimi veren kişileri ve aktiviteleri inceleyerek geçirdi. Benim de kapının yanından ayrılmama izin vermedi.  Bu gün de geçen haftaki kadar olmasa da yine zamanın büyük bir kısmını gözlem yaparak geçirdi. Ben de Demir yanından ayrılmamı istemedeği için kapının yanında durdum. Ben oyunlara katılması konusunda biraz onu cesaretlendirmeye çalışınca o da biraz ilgi gösterdi. Sanat eğitimi başladığında da önce onunla sınıfta otrudum. Daha sonra çıkıp sınıfın kapısında bekledim. Beni orada görünce rahatladı ve bensiz sınıfta kaldı. Ben içerideyken kağıttan yengeç yaptılar. Sonrasında da müzikle dans ettiler ve hamur oynadılar. Ayrılırken "yarın gene gel" dedi, böylece iyi vakit geçirdiğini anladım. Yengecimizle beraber eve dönüp onu salona astık.

Genel olarak yeni ortamlara girdiğinde ve yeni kişilerle tanıştığında önce gözlem yapmayı tercih ediyor Demir.Sonrasında da hoşlanırsa katılıyor. Fiziksel akitivitelere ilgisi olmadığından hareket eğitimi sırasında kenarda durup seyretmeyi tercih ediyor. Belki eğitimi veren kişiler biraz ilgilenseler daha çabuk adapte olabilir. Ama gittiğimiz merkezin özellikleri düşünüldüğünde bu fazla beklentiye giriyor sanırım. Her hafta tutarlı bir şekilde gidip onun bensiz çocuklarla kalmak isteyeceği zamanı bekleyeceğiz şimdilik. 

İki haftadır gözlem yapan sadece Demir değil tabii ki. Ben de anneleri, çocukları, birbirleriyle iletişimlerini, eğitimleri veren kişileri, onların çocuklara yaklaşımlarını, annelerin birbirleriyle olan ilişkilerini gözlemliyorum. Demir'in bu konuda kime çektiği çok açık:)  Bu gün Demir'i sınıfın kapısında beklerken üç anne ve bir anneannenin kendi aralarındaki sohbetlerine  biraz kulak kabarttım, ama katılmak istemedim. Bunun yerine annelerden bazılarının yaptığı gibi orayı Demir'e okul olarak mı yoksa oyun yeri olarak mı anlatmalı, eğitimleri veren  kişileri ağabey-abla olarak mı yoksa öğretmen olarak mı tanıtmalı diye düşündüm. Sonra fark ettim ki Demir çocuklarla sosyalleşmeyi öğrenirken benim de annelerle sosyalleşmeyi öğrenmem gerekiyor. İkincisi ilkinden daha zor olabilir gibi...

9 Eylül 2014 Salı

Hangisini seçeceksin?

Demir konuşmaya erken başladığı halde hiç soru sormuyordu. Bir nesnenin nerede olduğunu öğrenmek istiyorsa "..... bir yerde?", bir nesnenin ne olduğunu öğrenmek istiyorsa "bu bir şey?" diyordu. Babası, ben ve Hamdiye Ablası bu ifadelerin soru olduğunu anladığımız için ona doğru cevapları verebiliyorduk, ama başkalarının anlaması kolay olmuyordu. Dün eline iki tabak alarak bana "hangisini seçeceksin?" diye sordu. Demir'e sabahları kıyafet seçenekleri, dışarı çıkarken ayakkabı seçenekleri, yemek zamanlarında yemek seçenekleri sunup "hangisini seçmek istersin? diye gün içinde sık sık sorduğumdan bana ilk sorusunun bu olması çok normal:) Sorularını cevaplamaya hazır bir şekilde devamını bekliyorum.

6 Eylül 2014 Cumartesi

Yazlık Günlükleri-6

Demir'le bu senelik yazlık maceralarımızı bitirdik. Evimizin boyanması dolayısıyla geçen hafta cumartesi günü yazlığa gitik. Sevdiğim serin eylül havasını az da olsa içimize çekebildik. Sadece birkaç günlüğüne gitmenin yorucu olacağını düşündüğüm için isteksiz gitmiş olsam da keyfimiz genel olarak yerindeydi.   Son günlerimizde bol bol yürüyüş yaptık, parka gittik.Zaman içinde ne kadar değiştiğini merak ettiğim için yazın başından beri gitmek istediğim Kamaradere'ye gittik. 

Denizi, gemileri seyrettik. Evde oynadık, komşularımız Özlem Abla ve Ülkü Teyze'yi sık sık ziyaret ettik. İki akşam da ben Demir uyuduktan sonra bir arkadaşımla oturup sohbet etme fırsatı bulabildim. Eşyalarımızı toplayıp, yazlığı kapatıp, tanıdığımız herkese ve her yere "hoşçakaaal, yine görüşürüüüüzzz" diyerek veda edip İstanbul'a döndük. Yazlık günlüklerinin devamı artık seneye...

19 Ağustos 2014 Salı

Daha nice yazılara...


Demir doğduktan sonra ona her ay onun büyümesini-değişmesini anlatan; oyunlarımızdan, şarkılarımızdan, günlük hayatımızdan bahseden; benim duygularımı aktarabildildiğim mektuplar yazmaya başlamıştım. İstiyordum ki bebekliği kaybolmasın. Ben detaylarını unutmayayım; unutursam bakıp hatırlayabileyim. Büyüdüğünde de Demir okuyabilsin bebekliğini öğrenmek için; kendini, beni ve Can’ı daha iyi tanıyıp anlayabilmek için.  Demir bebekliğini geride bırakıp 2 yaşına yaklaştıkça aylık mektuplar yetmemeye başladı. Anlık değişimler, önemli anlar yaşamaya başladık. Paylaştıklarımız arttı. Bir blog yazmak bana bunların kaydını tutabilmem için bir disiplin sağlar diye düşünüp yazmaya başladım. Tutmayı başaramadığım günlükleri, yazmam gereken tezimi, okumam gereken makaleleri  ve kitapları, yapmam gereken işleri vs.  düşününce  emin değildim aslında düzenli yazabileceğimden. Ama konu Demir olunca yazı yazıyı takip etti; bir de baktım ki 25.yazı da bloga eklendi. Küçük adamla birlikte gezdikçe, gördükçe, okudukça, oynadıkça, öğrendikçe, eğlendikçe yazmaya devam...

Her duygu dahil tatil


Kemer yolculuğumuza daha önceki araba yolculuklarımız gibi gece saat 3’te başladık. Kocaman dolunay bize yolda eşlik etti. Demir’in arabada uykuya dalması biraz zaman alsa da gidiş yolculuğumuzun büyük kısmını uyuyarak geçirdi. 5 gece süren tatilimiz boyunca birçok duyguyu bir arada yaşadık.
Keyiflendik. Üçümüz denize girdiğimizde... Ben Demir’in kumlarla rahat oynayabilecği denize yakın sezlonglar ayırabilmek için sabah 7 sularında sahile gidip denize girdiğimde... Sahilde az da olsa kitap okuyabildiğimde.... Can'la Demir kumlarla oynarken, topun peşinde koşarken...
Şaşırdık. Faklı medeni ülkelerden geldiğini düşündüğümüz yabancı turistlerin ya " nasılsa burası medeniyetsiz bir ülke, istediğimiz şekilde davranabiliriz" diye düşündüklerinden ya da etraftaki Türk turistleri örnek aldıklarından kaba ve saygısızca davrandıklarını gördüğümüzde... Yemek zamanlarında Demir yaşlarında birçok çocuk görmemize rağmen sahilde hiçbirinin olmamasına ve çocuk doktorlarının "en pis deniz bile en temiz havuzdan iyidir" önerisine rağmen neredeyse tüm çocukarın havuaza girmesine....Yemek dağlarından oluşan tabaklarıyla dolaşıp hala yemek arayan ve bizim iştahımızı kesen misafirlerin onları nasıl yediğine veya yiyemeyip atılmasına göz yumduğuna...
Mutlu olduk. 7. evlilik yıl dönümümüzü kutladığımızda...Demir ise dondurmanın ve tatlıların tadına baktığında...
Bunaldık.  En çok sıcaktan... Demir son birkaç aydır babasına çok düşkün olmaya başladığı için "baba giydirsin", " baba uyutsun" , " baba yedirsin"  gibi cümleler kurarak herşeyi onunla yapmak istediğinde... Sıcaktan, kumlardan ve taşlardan rahatsız olduğu için sürekli kucakta taşınmak istediğinde...
Yorulduk.  Demir gerek sıcaktan gerekse şu aralar herşeye itiraz etme döneminde olduğu için yemek yemek istemediğinde...

Sinirlendik.  Bazen birbirimize... Daha çok sayıca yetersiz olduğundan müşterilerin taleplerini karşılamakta zorlanan asık suratlı otel personeline...  Bebek ve çocuk dostu bir otel olduğu iddia edilen otelimizde çocuk menüsünün acı soslu makarna, sosis, kızarmış patates, tatlı kahvaltı gevreklerinden ibaret olmasına... Mama sandalyelerinin hepsinin bozuk veya kırık olmasına... Bir gün yemekte yan masamızda oturan ailenin Demir yaşlarında olan çocukları çişini tutamayıp yere yaptığında ailenin bu duruma kayıtsız kalarak garsonlara haber vermemesine, daha da kötüsü onlar gittikten sonra durumu anlattığımız garsonların yeri temizlememesine...Bunları otelden ayrılırken müşteri memnuniyet anketine yazarak ne kadar memnuniyetsiz kaldığımızı belirttim, rahatladım.

Korktuk. Demir bir akşam yemeğinde kemeri olmayan ve önündeki tepsisi sabitlenemeyen mama sandalyesinden yüzüstü yere düştüğünde... Ertesi gün denize girdikten sonra duş almak istemeyen Demir biz ayağından çıkardığımız deniz ayakkabılarını yıkamaya çalışırken çıplak ayak koşarak kaçmaya çalışıp ıslak zeminde kayarak sırtüstü yere yığıldığında (çoook korktuk!)... Neyse ki iki düşmeyi de yarasız beresiz atlattı.
Benim aklım parasailingde kaldı. Daha önceden Can’ı yamaç paraşütü için ikna etmiş olsam da bu sefer parasailing için ikna edemedim. Neyse ki Demir’den sözümü aldım; o büyüyünce beraber yapacağız :)
Dönüş yolculuğumuz Demir’in sık ihityaç molaları, sıcak, yemek araları ve yorgunlukla birlikte hesap ettiğimizden daha uzun sürdü. Bu tatilimizin sonunda Demir’in uzaktayken evini ne kadar çok özlediğini fark ettik. Ayrıca bir daha her şey dahil tatil yapmamaya; çok sıcak zamanlarda güneye inmemeye ve uzağa gideceksek uçağı tercih etmeye karar verdik. Bakalım ileride bu kararları uygulayabilecek miyiz?


18 Ağustos 2014 Pazartesi

Her şey dahil tatillerimiz

Uzun zaman 'her şey dahil tatil'lere karşıydım. Tatilde bütün zamanımı bir otelin sınırları içinde geçirmek, oda-restaurant-deniz veya havuz kenarı üçgeninde dolaşmak, sürekli yemek içmek bana sıkıcı gelirdi. Buna rağmen Can’la düğünümüzden sonra çok yorgun olacağımızı varsayıp balayımız için böyle bir tatil organize etmiştik. Bu ilk deneyimimizin 3.gününde bu tür tatiller hakkındaki fikirlerimde yanılmadığımı anlamıştım. Sonrasında böyle tatillerden uzak durduk. Demir doğduktan sonra ise odadan-denize ve denizden-odaya ulaşmanın kolay olması, bebek yatağının rahatlıkla bulunabilmesi, yemek yapma ve bulma derdinin olmaması, doktorun olması gibi çocuklu tatilin çoğu ihtiyacını karşılayabileceğine kendimizi inandırdığımız için her şey dahil otelleri tatil için tercih eder olduk.

İlk her şey dahil tatilimizi Demir henüz 4,5 aylıkken Belek'te yapmıştık. Henüz katı gıdaya geçmediğimiz için yemek konusunda rahat olduğumuz zamanlardı. Demir sabah ve öğleden sonra birer kez denize giriyor, sonrasında yorulup gün içinde bol bol uyuyordu. Ama diş çıkarma arifesinde olduğundan geceleri her 2 saatte bir uyanıyordu. Bu tatilin yorucu kısmı uçak yolculuğı olmuştu. Hem giderken hem de dönerken farklı sebeplerden Demir sürekli ağlamıştı.
Daha sonra Demir 13 aylıkken Lemi Dede'siyle beraber Marmaris'e gitmiştik. Çocuk menüsü olmayan bu otelde Demir taneli beslenmeye direndiği için yemek konusunda çok zorlanmıştık. Demir’in sürekli beni yanında istiyor olması dolayısıyla yaşadığımız krizler bu tatilimize damgasını vurmuştu. Deniz güzeldi. Demir biraz yüzüp, bol bol taş toplayıp yürüme antremanı yapmıştı. Gün içinde iki defa uyuyordu. Biz de bu molalarda onu babama bırakıp Can'la birlikte denize girebiliyorduk. Akşamları da Demir uyuduktan sonra üçümüz sohbet ediyor, müzik dinliyor ve dinleniyorduk.
Bu tatilden 1,5 ay sonra Bodrum Torba'da başka bir her şey dahil oteldeydik. Demir'den birkaç ay büyük oğulları olan arkadaşlarımızla beraberdik bu sefer. Yemek konusunda şanslıydık. Ana restuarantta blender vardı ve istediğimiz yemeği Demir'e rahatlıkla yedirebiliyorduk.  Deniz temiz ve sıcaktı. Demir günde 2-3 defa denize giriyor, 2 defa da uyuyarak dinlenebiliyordu. Arkadaşlarımızın oğluyla yemek ve uyku saatleri denk gelmeyince bir arada fazla vakit geçirememişlerdi. Ama çocuklar uyuduktan sonra biz büyükler benim uykum gelene kadar tatilin keyfini çıkarabiliyorduk. İlk  akşam sineklere Demir ziyafeti çektiğimizi saymazsak bir sorunumuz olmamıştı ta ki dönüş yolculuğuna kadar. Dönüş günü mümkün olduğunca Demir’in uyku saatine yakın otelden ayrılmak isteyen ben o güne hasta ve halsiz uyanınca bir an önce yola çıkmak istemiştim. Yolda şiddetli yağmur, kazalar, trafik ve uyumayan Demir yolun olduğundan daha uzun hissedilmesine sebep olmuştu. Eve vardığımızda bir daha arabayla tatile gitmemek konusunda kararlıydım. Fakat bu kararı uygulayamayıp bu sene yine düştük arabayla yollara. İstikametimiz Kemer’di. Bir sonraki yazımda...


6 Ağustos 2014 Çarşamba

Yazlık Günlükleri -5 Yağmur keyfi

Yağmurun ardından nemli toprak kokusuna karışan çimen ve çicek kokusunu çok severim. Bu sene yazlıkta kaldığımız görece kısa sürede bu kokuyu iki kez içime çekme ve Demir'le paylaşma fırsatı buldum. 

Yağmurla karşılaştığımız ilk gün bayram tatilinden önce Can'ın da yazlıkta olduğu bir cumartesiydi. Sabahtan itibaren hava bulutluydu; yağmur yağacağı belliydi. Vaktimizin çoğunu evde geçirip akşamüstü Ereğli'ye gittik yemek yemek için. Yemeğimizin sonlarına doğru hava açtı. Biz de sahilde yürüyüş yapma fırsatı bulduk. Yağmur sonrası denizi seyrettik. Demir'le balıkçı teknelerini ve romörkörleri inceledik, deniz fenerini ziyaret ettik. Sonra da siteye dönüp sokaklarda dolaşarak yağmur kokusunun keyfini çıkardık. 

Yağmurlu ikinci günümüz ise geçen cumartesiydi. Can İstanbul'daydı ve ondan çok yağmur yağdığına dair haberleri alıyorduk. Yazlıkta ise hava sabahtan bulutlu olsa da sonradan açmış, rutubet ve sıcak her yere yayılmıştı. Bunaltıcı  havaya daha fazla dayanamayarak öğlen yemeğinden sonra Demir'le sahile indik. Biz denize girdikten kısa bir süre sonra kara bulutlar gökyüzünü kaplamaya başladı. Demir denizden çıkmak istemeyince ben Demir'in ilk defa yağmurda denize girme keyfi yaşayacağını düşünsem de bu gerçekleşmedi. Denizden çıktık, duşumuzu alıp kuruduk, meyvemizi yedik. Tam eve dönecektik ki Demir kendine bir arkadaş buldu. Bizim sokakta oturan bir komşumuzun  4,5 yaşındaki torunuyla kumlarda oynamaya başladılar. Komşumuz bulutların gelip geçici olduğunu söyleyince çiseleyen yağmura rağmen ben de oyunlarını bozmak istemedim. Ta ki Demir'in üstü ıslanana kadar. Hava çok serinlemiş olduğu için üşüyebileceğini düşünüp onu eve gitmeye ikna ettim. Tam evin önüne geldik ki çişeleyen yağmur bir anda sağnağa dönüştü. Arabadan eve kendimizi zor attık. Demir üstünü tam zamanında ıslatmış diye düşünmekten kendimi alamadım. Demir ilk defa şimşek ve gökgürültüsünden korktu. Sanırım bunun sebebi daha önce hiç bu kadar yakından görmemiş/duymamış olmasıydı.  O alışınca hırkalarımızı giyip balkonda yağmuru seyrettik. Eskiden yağmurlu havalarda arkadaşlarla bir evde toplanıp  kağıt ya da Milyoner, Gizli Hedef gibi kutu oyunlarını oynar çekirdek çitlerdik. Bunu düşününce  bir tür kart oyunu olan korsan oyunumuzu oynamak geldi aklıma.  Bu oyunu oynayarak balkonda yağmurun keyfini sürdük.


Yağmur dindiğinde Demir'in yemek vakti gelmişti. O yüzden yağmurdan sonra dolaşamadık; fakat Demir uyuduktan sonra serinlemiş havayı ve  toprak kokusunu içime çekerek oturdum balkonda. Dinlendim; dinginleştim.  

3 Ağustos 2014 Pazar

Bu arabanın adı ne?

Demir yeni bir oyun başlattı: Birlikte araba markalarını söylüyoruz. Demir'in ilk öğrendiği araba markası babası Mercedes'te çalıştığı için mercedesti. Amblemini yıldıza benzetmişti, bununla ilişkilendirerek önünde yıldız gördüğü arabalara mercedes diyordu. Arabaların markaları olduğunu; önlerinde, arkalarında ve tekerleklerinde bu markanın amblemini taşıdıklarını yazlıkta her gün sokaklardaki onlarca arabanın yanından geçerken fark etti. "Anne sana söylesin" diyerek başlayan oyunumuz artık "Demir anneye söylesin" diye deam ediyor. 

Markaları tanıma şeklimiz şöyle:
- yıldız (babanın arabasından) : mercedes
-şimşek(bizim arabamızdan): opel
- karşı komşumuz Özlem Abla'nın arabasından: volkswagen
- baklava (Özlem Abla'nın kardeşi Özgür Ağabey'in arabasından): renault
-H harfi: hyundai
-çam ağacı: citroen
-iç içe geçmiş daireler: audi
- aslan:peugeot
Toyota'nın amblemi için yardımcı olabilecek bir yol bulamadık, ama sitede o kadar çok bu marka arabadan varmış ki Demir tanıyor artık. Nissan ve Ford'u yazısından tanıyor. Honda ve Fiat sitemizde yok denecek kadar az olduğundan henüz tanımıyor. Arada markasını tanımadığım arabalarla karşılaşabiliyoruz. Özellikle jiplerde. Demir gördüğünde şaşırıyor ve benden markasını söylememi bekliyor. Kendim araba kullanana kadar araba markalarını merak etmeyen  ben bazen cevap bulmakta zorlanabiliyorum tabii ki.  Demir de benim "bilmiyorum " cevabımı kabul etmekte zorlanabiliyor. Sonra arabayı inceleyince markasını anlayıp rahatlıyoruz. 

Artık sokaktan arabalar değil, bizim için markalar geçiyor. 'Bu arabanın adı ne?' oyunumuzu her an her yerde oynuyoruz. 

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Kardeş ikilemi

Dün Demir'le sahilde iki kardeş gördük. 7-8 yaşlarında bir kız çocuğuyla, 11-12 yaşlarındaki ağabeyi  kumlarda oynuyorlardı. Ayaklarına ufak dikenlerden batınca çıkardılar dikenleri, attılar yere. Sonra kızın iki parmağının arasına bir diken girince çok canı yandı. Yere oturdu, "ağabey" diye seslendi. Koşarak gelen ağabeyine ayağını uzattı. Ağabeyi dikeni çıkardı. Neşeleri yerine geldi, kumlarda koşup oynamaya devam ettiler. O kısacık sürede beni çok etkilediler.  

Geçmişe gittim. Ağabeyim geldi aklıma.  Yan yana durduğumuz, birbirimize yaslandığımız, hayatın bize sunduğu canımızı yakan dikenleri çıkarmaya çalıştığımız zamanları andım; gözlerim doldu. Herkesin bir kardeşi olmalı diye düşündüm. Demir'in nasıl bir ağabey olacağını hayal ettim.  Sonra "başka çocuk istemiyoruz ki" dedim kendi kendime. "Bencillik mi yapıyoruz acaba Demir'den bir kardeşi esirgeyerek" diye düşündüm. "Can'ın da kardeşi yok, ama sorun etmiyor" diyerek kendimi teselli etmeye çalıştım.  "Ama Demir'in kardeşi olsa ne kadar severdi kimbilir" dedim, "kardeşi olmazsa sağlam dostlukları, kardeşten yakın arkadaşları olsun"  diye karşılık verdim. Demir''in "anneyle oynamak istiyon" diyen sesiyle içimdeki sesleri susturdum, kendime geldim.  

Akşam Demir'le konuşurken yan komşularımızın ikizlerinden bahsediyorduk. Onların kardeş olduklarını anlattım. Sonra da o gün hissettiklerimin etkisiyle "senin kardeşin var mı?" diye sordum. Demir' "Yok. Anne sana kardeş getirecek"dedi cevap olarak. Pes diyerek şaşırmış bir halde  kardeş ikilemini tekrardan değerlendirmek üzere rafa kaldırdım. En azından tez bitip hayatım biraz düzene girene kadar.

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Yazlık Günlükleri- 4


Yazlık maceralarımız bayramla birlikte tekrar başladı. Bir hafta İstanbul’da sıcaklarla boğuştuktan sonra cumartesi günü yazlığa geri döndük. Bu sefer aradığımız serinliği bulamadık ne yazık ki, yazlık da oldukça sıcak. Yazlık rutinimiz genel olarak devam etmekte. Roller değişti bu sefer biraz. Demir babasına düşkün olduğundan herşeyi babasıyla yapmayı yeğliyor. Geçtiğimiz dört gün de zamanının büyük kısmını onunla geçirdi. Bizimle gelen babamı, yani dedesini bile gözü görmedi. Sahile birlikte indiğimiz için babası yerine benimle denize inmek ve kum oynamak zorunda kaldı. Denizi çok seviyor. Artık tadını aldığı için her sahile indiğimizde denize girmek istiyor. Geçen Pazar günü denizde deniz anaları vardı; onları göstererek onu denize girmemeye ikna edebildim. Pazartesi ise sığ olan yerden yine birlikte denize girdik kucak kucağa. Denize bile atladı. Pek hoşuna gitti tabii ki. Bıraksam “ördek suya daldı, zil çaldı”ya bile eşlik edecekti arkadaşıyla birlikte.  İstanbul’da tatil hazırlığı olarak almış olduğumuz kollukları “nasılsa denize sokmayız” diyerek yazlığa getirmediğimiz için pazartesi akşamı Ereğli’ye gittiğimizde ona küçük bir simit aldık. Daha deneyemedik, belki bu gün deneriz.

Bayram yazlıkta birkaç komşuyla bayramlaşmak ve telefonla akraba ve arkadaşları aramaktan ibaret  geçti. Demir de “iyi bayramlar” dileyerek kutlamalarda bize eşlik etti. Daha önce fazla çikolata yememiş olduğu halde bayramın ilk günü bizim biraz esneklik göstermemiz ve tabii ki de komşularımız sayesinde çikolataya doydu. Bayramın ikinci günü hem Demir’e değişiklik olsun diye hem de babam Edirne’yi görmek istediğinden Edirne’ye gittik. Selimiye Camii’ni ve Eski Camii’yi ziyaret ettik. Öğlen ciğer yedikten sonra Meriç’in kıyısındaki çay bahçelerinden birinde oturup dinlendik. 2 saat gidiş 2 saat dönüş yolculuğuyla sapsarı ayçicek tarlalarının arasından geçerek günübirlik seyahatimizi gerçekleştirdik.  Sıcak ve Demir’in arabasını yazlıkta unutmamız dolayısıyla çok keyifli olmasa da değişik bir gün geçirdik.  

Bugün dede ve baba İstanbul’a dönecek, biz Demir’le anne-oğul başbaşa kalacağız. Geçen günlerde Demir sürekli babasıyla olmak istediği için ve bu her zaman mümkün olmadığından ufak krizler, yapmacık ağlamalar yaşadık. Bazen kolay başedebildik, bazen de hem onu sakinleştirmekte hem de kendimiz sakin kalmakta zorlandık. Babasının dönmesiyle sakinleşeceğini ve burada bir dört günü daha keyifle geçirebileceğimizi umuyorum.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Yazlık Günlükleri-3

Demir ilk 4,5 aylıkken denize girmişti. Ondan sonra da tüm deniz tatillerimizde denize girdi. Fakat yazlıkta deniz kirli olduğu için Demir'i sokmak istemiyordum. Yazlıktan denize girmemiş bir şekilde döner bu keyfi ağustostaki tatilimize bırakırız diye düşünüyordum. Fakat ikimiz de denizi görüp de içine girmemeye daha fazla dayanamadık. Geçen cuma günü deniz çok berraktı. İçinde yosun, denizanası vs. yoktu. Her giren çok güzel olduğundan bahsediyordu ve öyle de gözüküyordu. Demir çocuklar denize girdikçe dikkatle inceliyordu, ama hiç kendisi girmek istememişti. O gün saat 17 gibi sahile indik yine. Biraz kumlarla oynadıktan sonra Demir'e denize girmek isteyip istemediğini sordum. Önce "hayır" dedi. Bu tereddütlü bir cevap olsa da kısa bir hayal kırıklığı yaşattı bana. Neyse ki arkasından hemen "istiyon" geldi. Saatin geç olması dolayısıyla denizin soğuk olabileceğinden çekinmiş olsam da merdivenlerden denize girerek Demir'i kucağıma aldım. Birlikte biraz yüzdük, biraz yürüdük. Demir tek kelimeyle "bayıldı". Ne zaman merdivenlere yönelecek olsam "merdivene gitme" dedi. Kahkahalar ve çığlıklar atarak denizin kısa da olsa keyfini çıkardı. Denizden çıkınca hemen üstünü değiştirdik. O gün denizin çok temiz olduğunu, bu yüzden girebildiğimizi, her zaman giremeyeceğimizi anlatmaya çalıştım sonrasında. Cumartesi hava yağmurlu olduğundan, pazar da İstanbul'a döndüğümüz için bir daha sahile gitme şansımız olmadı. Gittiğimizde Demir tekrar denize girmek isteyecek mi diye merak ediyorum. 


Tuvalet eğitimimiz gündüzleri yolunda gidiyor. Geceleri ise bazen kazalar olabiliyor. Böyle durumlarda çarşaf değiştirme pratiği yapmaya devam ediyorum. Kaka yaparken istisnasız Sergi Camara'nın Altın Kitaplar'dan çıkan "Güle Güle Kakalar" kitabını okuyoruz. Bu kitabı Blogcu Anne'nin bir yazısında okumuştum ve tuvalet eğitimi için hazırlık yaparken almıştım. Arda ismindeki bir çocuğun kakası geliyor. Lazımlığına oturuyor, babası ona kitap okurken kaka yapmaya çalışıyor. Ama  yapamıyor. Daha sonra akşam olunca karnı ağrıyor ve bu sefer kakasını yapıyor. Anne Kaka, dışarı çıktığı için çok mutlu oluyor; çünkü onu evde Baba Kaka ve Çocuk kakalar bekliyor. Tuvalete atılan Anne Kaka sifonun çekilmesiyle birlikte evine doğru yol almaya başlıyor. Çocuk kakalar ağlarken eve varıyor. Çocuklarıyla kocası onu gördükleri için çok seviniyorlar. Arda da rahatlamış ve huzurlu bir şekilde uykuya dalıyor. Demir bu kitabı çok sevdi. Ama okurken Arda'nın kaka yap(a)madığı kısımları geçiyorum örnek olmasın diye. Kitapta hikayeden sonra tuvalet eğitimiyle ilgili ebevenylere yönelik faydalı bilgiler içeren bir kısım var. Bu kitabın ardından genelde Meraklı Minik'in gemilerle ilgili olan sayısını okuyoruz. Demir kakasını yaptıktan sonra da kakayı tuvalete atıp arkasından el sallayarak sifonu çekiyoruz. Ellerimizi yıkayıp uzun bir süreden sonra banyoyu terk ediyoruz.


Geçen perşembe akşamına kadar Demir uyuduktan sonra ben de biraz kitap okuyup günün yorgunluğuna karşı koyamadan uyuyordum. O akşam ise yazlıktaki çok eski arkadaşlarımdan biri oturmaya gelince konu konuyu açtı, eski günleri yadettik, dertleştik ve saati 1 yaptık. Zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadım. O gittiğinde yorgunluğum kalmamıştı. Bir dost sohbeti her zaman iyi geliyor insana, bunu hatirladım bir defa daha.

Bunların yanı sıra tatsız olaylar da oluyor tabii. Cumartesi akşamı saat 9da evinde tamir yapan bir komşuya, başka bir evi tamir ettirirken bahçemizi izinsiz bir şekilde kullanan ve bahçemizle balkonumuzun batmasına sebep olan yöneticiye çoğunluğun yaptığı gibi sessiz ve tepkisiz kalamadığım için ufak tartışmalara girmem kaçınılmaz oluyor. Bazen haklı olduğum anlaşılıyor, özrü kabul edip sakinleşiyorum. Bazen ise tüm sitenin haklarından sorumlu olan biri benim hakkımı anlayamadığından "daha küçük bir siteye düzgün bir yönetici seçemiyorsak ülkeye nasıl seçebiliriz ki" gibi cümleler kurabiliyorum.


İstanbul'a dönüşümüzle tatlı-tatsız yazlık maceralarımıza bir haftalığına ara verdik.  Demir yazlığı o kadar sevmiş ki dönmek istemedi ve dönüş yolculuğunun bir kısmını "yazlığa git" diyerek geçirdi. Bunda karşı komşumuzun torunu 9 yaşındaki Nil'in de etkisi büyük sanırım. Çocukları çok seven Nil Demir'le ilgilendi, oyunlar oynadı ve onun kalbini fethetti. Neyse ki önümüzdeki pazar günü döndüğümüzde hala yazlıkta olacak da oyunlarına devam edebilecekler. Ben de anlatmaya devam edeceğim.

15 Temmuz 2014 Salı

Yazlık Günlükleri-2

Yazlıkta günler sabahları değiştirilen çarşaflarla geçmekte. Demir'in tuvalet eğitimi genel olarak iyi gidiyor. Gündüzleri çişini çoğu sefer kendisi söyleyerek tuvalete yapabiliyor. Kakasını da genel olarak akşam yemeğinden sonra uzunca bir süre tuvalette oturup kitap okuyarak yapıyor. Bu iyi gidişattan umutlanarak öğlen uykusu vakti ve gece de bezi çıkardık. Gece bezi çıkardığımız ilk akşam alarmımı 2'ye kurup yattım. Ama saatin çalmasına gerek kalmadı. Demir 2'ye 10 kala beni uyandırdı, tuvalete gidip çişini yaptı ve sonrasında  hemen uyudu. Ertesi akşam ben yine saatimi kurdum. Ama duymamışım ve saat 6'da uyanınca yatağını ıslak buldum. Onu uyandırdım, tuvalete götürdüm,  üstünü değiştirdim ve yatağı alt-üst ettim. Sabah ilk iş çarşafı değiştirdim. Bu işten o kadar hoşlanmıyorum ki bir sonraki gece uyanıp Demir'i uyandırmaya kendi kendime söz verdim. Ama iki alarm kurmuş olduğum halde yine uyanamadım. Saat 3.30 uyandığımda ise iş işten geçmiş, yatak ıslanmıştı. Bir önceki geceyi tekrarladık. Burada Demir'le aynı odada yatıyoruz. Kurduğum alarmlar telefon alarmları olduğu için Demir telefon olan odada uyumasın diye alarmları karşı odanın kapısına yakın bir yere koyuyordum. Ama duymadığım için artık bizim odaya alacağım ve bu akşam kalkacağım. Hem Demir'in tuvalet eğitimi sağlıklı bir şekilde ilerleyecek hem de ben en sevmediğim işlerden biri olan çarşaf değiştirmekten kurtulacağım (umarım ki). Öğlen uykusundan ise iki gün kuru kalkan Demir bu gün ne yazık ki ıslak bir yatakta uyandı. Gece eğitimi ilerledikçe öğlen de düzelecektir dye düşünüyorum. 


Bunun dışında günler bir önceki yazımda anlattığım gibi..Bugün Demir sahilde benim bir çocukluk arkadaşımın yeğeni ile kumda oynadı. Daha önceki günlerde ya tek başına, ya benimle, ya da Tuğçe'yle oynuyordu. Ama bu günkü kadar zevk almıyordu. Bu gün birbirlerine sular kumlar attılar Çisem'le, pastalar yaptılar. Demir pek keyiflendi. Bunun dışında sahilde bir de balık tutuyoruz. Sazlardan yapılmış olan şemsiyelerden bir parça sazı olta yapıyoruz. Sonrasında kimler takılmıyor ki oltamıza : Vatoslar, fener balıkları, kılıç balıkları, levrekler, istavritler ve cıs balığı (henüz çözemedim  nasıl bir  balık olduğunu). Demir onları pişiriyor, sonra birlikte yiyoruz. Bugün iki genç oltalarıyla  balık tutarken Demir onları seyretti ve çok hoşuna gitti. İki gün önce ise Botaş'a gelen gemilerden biri romörkörle ayrıldı ve biz de tüm süreci seyredebldik. Birtaraftan ilgiyle izlerken birtaraftan da kitaplardan tanıdığı kadarıyla anlattı Demir. Evde ise tamirhanemiz ve tersanemiz sürekli çalışıyor. Artık uçakları da tamir etmeye başladık. Yarın da hayvanlarımızı tedavi edeceğiz (Demir'e göre tamir edeceğiz). Sık sık karşı komşularımızı ziyaret ediyoruz.

Tüm bunların arasında bizi birlikte görünce bana "keşke annen de bu günleri görseydi" diyen kendilerince sağduyulu komşularımızla, henüz 2 yaşında olan ve anneannesini sadece evdeki resimlerde görebilen Demir'e " anneni anneannesi getirirdi denize, seni anneannen getirmiyor mu? " diyen habersiz komşularımız olmasa keyfimiz kaçmayacak.  

10 Temmuz 2014 Perşembe

Yazlık Günlükleri -1


Daha önceki yazımda da bahsettiğim gibi geçen cumartesi yazlığa geldik.  Annemin ve babamın yazlık evi olan bu evde 6 yaşımdan itibaren yaklaşık 17-18 yaşıma kadar tüm yazlarım geçti. İlkokul dönemindeyken okulların yaz tatiline girdiği günden hemen sonraki gün gelir okulların açılacağı pazartesiden önceki pazar günü İstanbul’a dönerdik. Ben ve ağabeyim anneannemle burada kalır, annemle babam ise haftasonları gelirlerdi İstanbul’a yakın olmasının avantajını kullanarak. Her sokağında, her köşesinde bir sürü anım olan bir sitenin içinde. Son iki senedir de Demir’le geliyoruz.


Burası Demir’e iyi geliyor Can’ın dediği gibi. Geçen yaz geldiğimizde öğle uykularını hala kucakta uyutularak uyuyabilen Demir’i gece olduğu gibi yatakta uyumaya alıştırmıştık kolaylıkla. Elimizi bırakarak yürümek istemeyen ve hep bir parmak bile olsa bizi tutan Demir dedesinin, benim ve karşı komşularımızın çabalarıyla 15 aylıkken bağımsızlığını ilan etmiş ve yürümüştü kendi başına. Bu yaz da tuvalet eğitimine başladık ki o da iyi gitmekte şimdiye kadar.
Günlerimiz sabah 8’de Demir’in uyanmasıyla başlıyor. Normal koşullarda 9-10 arası uyanan Demir için bu saat erken olduğunda ben onu biraz daha uyumaya ikna etmeye çalışıyorum. Aynı odada uyuduğumuz için uyanır uyanmaz müdahale etsem de ikna edemiyorum ve kalkıyoruz. Kahvaltımızı ediyoruz. Ondan sonra da biraz dolaşmaya çıkıyoruz. Markete gazete almaya, parka veya denize bakmaya gidiyoruz. Sonra evde oyun oynuyoruz. Demir bütün gün biriyle oynamaya çok alışık olduğundan ve yalnız kalmayı hiç istemediğinden, bense onca saat oyun oynayamadığımdan bazen huysuzlandığımız oluyor. Sık sık tuvalet mevzuaları gereği oyunlarımıza ara veriyoruz. Sonra o öğle uykusuna yatmışken ben onun yemeğini yapıyorum ve havuzunu hazırlıyorum. O uyandıktan sonra da kısa bir oyundan sonra yemek saati geliyor. Yemeğin çeşidine göre, çorba mı taneli mi olmasına göre farklı uzunlukta süren bu seansı oyun takip ediyor. Sonrasında Demir havuza giriyor, onun tabiriyle  ‘isterse’. Havuzda küçük oyuncaklarıyla oynuyor, kendini ıslatıyor, beni ıslatmaya çalışıyor.  Meyveydi süttü derken sitenin sokaklarındaki kısa bir yüürüyüşü yemek saati takip ediyor. En sonra da banyo ve temiz hava - bol aktiviteden dolayı kolaylıkla geçilen bir uykuyla günü sonlandırıyoruz.

Arada bu programda farklılıklar oluyor tabii ki. Dün sabah pazara gittik mesela. Öncesinde sahildeki bir çay bahçesinde kahvaltı ettik. Sonra pazarı kısaca dolaştık ve tuvalet eğitimimiz dolayısıyla fazla oyalanmadan evimize döndük. Bu gün ise Demir havuza girmek istemediği için sahile indik beraber. Sitemiz Botaş’ çok yakın olduğundan denizin temiz olduğuna güvenemiyoruz, bu yüzden de Demir’i henüz burada denize sokmuyoruz. Bu gün Demir bizim sokakta oturan ve geçen yıldan da tanıdığımız 4 yaşındaki arkadaşı Tuğçe’yle kum oynamaya çalıştı. Kürekler yüzünden ufak tartışmalar yaşandı, kumdan pastayı kimin ne kadar yiyeceği konusunda göz yaşları döküldü. Yine de keyifli geçti. Her ne kadar Botaş yüzünde denize giremiyor olsa da oraya doğalgaz getiren gemiler yüzünden güzel vekit geçiriyor Demir. Sahile inip veya yukarıdan denizi gören bankların olduğu yerden denizdeki gemilere bakmak çok hoşuna gidiyor. Onlara dair kitaplarda gördüklerini anlatıyor ve bazen de onları olduklarından daha yakın sanıp yanlarına giderek onlara bakmak istiyor. Dün gemilerden birinde ufak bir yangın çıktı. Biz gemiyi seyrederken bacasından simsiyah dumanlar çıkmaya aşladı. Demir bu yangının sebebini, sonrasında ne olduğunu çok merak etti ve “sen git, gemiyi tamir et” diyerek bu ilgisini dillendirdi. Gemiler dışında karşı komşumuz Özlem Abla ve Ülkü  Teyze’de Demir’in gününü renklendiriyorlar. Onların neler yaptıklarını inceliyor, anlatıyor, merak ediyor ve varsayıyor. Bazen  onları ziyaret etse de bu ziyaretler henüz çok uzun sürmüyor. Ben de komşularımızın rahatsız olmadıklarını umarak Demir’e açıklamalar yapmaya çalışıyorum.  Günler çok yoğun geçiyor. Bazen ufak krizler yaşanıyor. Özellikle benim mutfakta bir iş yapmam gerektiğinde veya bilgisayarda bir şeye bakmak istediğimde onunla oynamamı isteyen Demir huysuzlanıp söylenmeye başlayabiliyor.  Evdeki çoğu şey onun için yeni olduğundan neyle oynayıp neyle oynamaması gerektiğini ayırt edemeyip benim “Hayır. Yapma. O oyuncak değil, yerinde dursun” gibi sonu gelmeyen yönergelerimle başetmek zorunda kalabiliyor.  Neyse ki ufak br oyun, futbol maçında bendeniz kaleciye attığı bir gol herşeyi tatlıya bağlayabiliyor.Ben de bu yoğunluk içinde bazen geçen seneyle bu seneyi karşılaştırıyorum içimden. Bu karşılaştırmanın kısa bir listesi:
  1. Geçen sene yazlığa geldiğinde yürüyemeyen Demir bu sene merdivenleri kendi başına çıkıp inme sevdasında. Her ne kadar merdivenin korkuluklarına file gerip, üst katta merdivenlerin başına bir kapı koyarak önlemlerimizi almış olsak da mermer merdivenler beni korkutuyor.
  2. Demir hala yalnız kalmak istememekte ve bensiz oyun oynamamakta. Ben nereye o oraya.
  3. Geçen sene birçok sözcüğü ve cümleyi anlamasına rağmen konuşmayan Demir bu sene susmamakta. Yoldan geçenleri, komşularımızın yaptıklarını sürekli anlatmakta.
  4. Havuzu geçen sene daha çok seviyordu, bu sene aynı ilgiyi göstermemekte.
  5. Geçen sene evimizden duyulan ezan sesinden korkarken bu sene “ezan okunuyor” diye durumu özetlemekte. Ama korkacak yeni nesneler bulmuş durumda: karıncalar ve sinekler. Sokaktayken gelen arabalardan korkmaya devam.
  6. Yemek yemek hala zor. Yemeğin çeşidine göre değişse de uzun ve yorucu geçen yemek saatleri hala günün bir parçası. Barbunyanın kabuklarını çıkaran, bir seferde sadece iki bezelyeyi ağzına alıp çiğneyebilen ve üzümleri ikiye bölerek yemek isteyen başka kaç çocuk vardır bilemiyorum. Alıştım artık, üstünde durmamaya çalışıyorum.

Tüm bunlar ve daha fazlası Demir ne kadar çabuk büyüyor dedirtiyor bana. Bu sürecin her 
anını doyasıya yaşamak istiyorum. O yüzden bir tarafım “iyi ki yazın çalışmıyorum” diyor. Bir tarafım ise “iyi hoş da burada da tezle ilgili çalışamıyorum” diyor. İkinci sesi bastırabildiğim ölçüde yazlıkta geçen gelecek günler keyifli olacak sanırım. 

Hayatın bir parçası: Çişler ve Kakalar



çiş” ve “kaka” kelimelerini içeren bir başlıkla yazı yazacağım daha önce hiç aklıma gelmezdi. Ama tuvalet eğitimine başlayınca kaçınılmaz oldu bu.


Aylar önce Demir’e bir klozet almış ve banyoya kendi klozetimizin yanına koymuştuk. Demir hiç yalnız kalmayı istemediğinden ve bizimle tuvalete bile geldiğinden çişin ve kakanın nasıl yapıldığına aşinaydı. Onun klozetini tuvalete koyduktan sonra da arada ona kendi çişini ve kakasını istediği zaman ona yapacağını anlatmaya başladık. Klozetinin sifon yerindeki düğmelere basınca çalan müziği dinledik beraber, sifonun işleviyle ilgili konuştuk bazen. Klozeti almamızın sebebi Demir’in kakasını söylemeye başlamış olmasıydı. Çoğu şeyin tersini söyleyen Demir kakasını yaparken “kaka yapmıyon” diye bize durumunu anlatıyordu. Ben de bu durumda hazır olduğunu düşünmüştüm. Fakat kıyafetleriyle dahi klozete oturmak istemeyince hazır olmadığını anlayıp vazgeçmiştik. Zaten  ben de daha hazır değildim. Haftanın iki günü evde olmadığım için bu eğitim için bakıcımızın rolü çok önemli olacaktı. Hem ben hem de bakıcımız tuvalet eğitimi vermeye çalışırsak her ne kadar benzer şekillerde davranmaya çalışacak olsak da Demir’in aklının karışacağını ve bu hassas konuda sorunlar yaşayabileceğini düşünüyordum. Yaz aylarında tuvalet eğitiminin daha kolay olabildiğini birkaç kaynakta okuduğumdan ve yazın ben de çalışmayıp hep Demir’le olabileceğimden bu süreci yaz aylarına erteledim. Demir klozetini tuvalette görmeye, ara sıra onunla oynamaya devam etti.


Geçen cumartesi günü yazlığa geleceğimiz kesinleşince bir hafta önceden Demir’e anlatmaya başladım. Yazlığa gittiğimizde don giymeye başlayacağını, artık bez kullanmayacağını, sıcak havalarda bezin rahatsız ettiğini ve poposunun kızardığını açıkladım. Beraber don almaya gittik, onun  seçtiği donları aldık. Hazırlıklarımızı tamamladık. Bir de daha öğlen ve gece uykuları sırasında bezsiz rahat olmayacağını düşündüğüm için don şeklinde olan bezlerden de edindik. Klozetimizi de yanımıza alarak yazlığa geldik. Üstünkörü yerleştikten ve Demir yemeğini yedikten sonra öğle saatlerinde bezini çıkardık ve onun seçtiği ilk donunu giydik. Bezini de çöpe atarak arkasından el salladık. Klozetimizi banyoya yerleştirdik, viledamızı hazırladık ve beklemeye başladık. Ondan sonrası zorlu geçti. Fayanslar çişle birkaç defa yıkandı, sabunlu sularla silindi. Donlar değişti. Bunların olacağını biliyordum, kendimi hazırlamıştım. Ama Demir’in damla damla çiş yaptığını bilmiyordum. Tam donunu değiştiriyorduk, yine ıslanıyordu azıcık. Tekrar değiştiriyorduk, biraz sonra tekrar... Umudum biraz kırıldı ve acaba daha fizyolojik olarak hazır değil mi diye düşünmeye başladım hemen. Bir taraftan da donlar yetecek mi acaba diye hesaplamaya... O gün yazlığa gelmeden kaka yapmış olduğundan o günü kakasız geçirdik. Ertesi gün Demir bazen çişini klozete yaptı, bazen üstüne. Klozete yaptıkça sticker alıp evin değişik köşelerine ve oyuncaklarına yapıştırdı. Çok hoşuna gitti. Bir de ellerini yıkamayı sevdi her çiş sonrasında. O günü de sakin olmaya çalışarak geçirdik. Bazen olamadık, derin derin nefeslar alarak Demir’e belli etmemeye çalıştık. O günü de kakasız geçirince ben yine biraz endişelendim ya kakasını tuvalete yapmazsa diye. Neyse ki ertesi gun bu endişemin yersiz olduğunu öğrenebildim ve sabahtan Demir kakasının tuvalate yaptı. Birkaç kez de çişini. Bir de sabah kakayı gören ben bir daha gün içinde olmayacağını varsayarak  onu sahile götürdüm akşam üstü. Daha kumlarla oynamaya yeni başlamıştık ki Demir’in kaka yapmasıyla ufak bir kriz yaşadık.  Hazırlıksız yakalandığım için yanımda yedek don vesaire yoktu. Don ve şortun kakayı ne derece tutacağını kestiremiyordum. Demir de  durumdan rahatsız olduğu için hemen eve dönüp dondaki kakaları tuvalate attık, arkasından el sallayarak sifonu çektik. Bu Demir’i rahatlattı. Dün ise Demir çoğu zaman çişini tuvalete yaptı. İlk 1,5 gün Demir birşey yedikten veya içtikten sonra cep telefonundaki timeri 20 dakikaya ayarlayıp telefon çaldığında tuvalate götürmeye çalışıyordum Demir’i. O sefer olmazsa tekrar kurup yine deniyordum. Bana çok mantıklı bir yöntem gibi gelse de Demir hoşlanmayınca vazgeçtim. Sık sık “çiş var mı?Bir bakalım mı?” diye sormaya ve Demir’in davranışlarından varlığını anlamaya çalıştım. Demir ellerini yıkarken lavoboya kolay yetişemediği için ona turuncu bir tabure aldık ki bu da süreci daha eğleneli hale getirdi sanırım. Bugün ise Demir çişi her geldiğinde söyledi. Benim sormalarıma “hayır”la karşılık verse de hiç kaçırmadan tüm çişlerini tuvaletine yaptı. Demir kakasının geldiğinden birkaç defa şüphelenmiş olsa da bu gün kendisini göremedik.


Yarın yeni bir gün, yeni çişler ve kakalarla...