20 Ekim 2015 Salı

Bayram tatili- Como Gölü kıyısında

Milano deneyimimizden sonra ertesi gün sabah erkenden kalkıp kahvaltıdan sonra elimizde bavulumuzla tren istasyonun yolunu tuttuk. Metrobüsleri aratmayacak derecede kalabalık olan metronun haline Demir çok şaşırdı. Bir de metro kisa sureli olarak bozulup durunca yolcularin arasında sıkışıp kaldı. Neyse ki huzursuz olmadı ve meraklı bakışlarla kalabalığı inceledi. Seyrettiğim felaket filmlerinin etkisiyle metro tamir edilemez de dillerini bilmediğimiz bu insanların arasında kalırsak ne yaparız diye düşünmeye başlamıştım ki metro tekrar çalışmaya başladı. İstasyona vardığımızda bizi Como Gölü'ne götürecek olan trenimize çok az zaman kalmıştı. Bavulumuzu emanete bırekıp koşarak yetiştik trene.Sohbetle başlayan yolculuğumuz trenin camından etrafı seyretmemizle devam etti. Sonunda göl de gözüktü. Trenden Menaggio'da indik. Kısa bir yürüyüşten sonra Como Gölü'nün kıyısındaydık. Sahildeki vapurlardan birine binerek keyifli bir yolculukla Bellagio'ya gittik. Yaşlı Amerikalı turistlerin izdihamına uğramış olan köyü dolaşıp Menaggio'ya geri döndük. İki  köyün de sadece sahil şeridini gezebildik. Dar ve yüksek merdivenler diğer kısımlarına erişmemizi engelledi. Ama masmavi göl ve yeşyeşil Alpler (tepelerinde biraz kar vardı) o kadar dinlendirici ve güzeldi ki bize yetti. Sahildeki evler, kıyıdaki küçük kafeler ve banklar, göldeki kanolar, tekneler bu manzarayı tamamlıyordu.  Bana kalsa orada bir bankta bütün gün oturabilirdim. Ne yazık ki buna vaktimiz yoktu, ama yaşlılığımızda buraya tekrar gelip bir bankta tüm gün oturma sözünü Can'dan aldım. Yemeğimizi ve tabii ki dondurmamızı yiyip dönüş yolculuğumuza başladık. Menaggio'dan tekrar Milano'ya dönüp Torino trenini yakalamamız gerektiği için Can geç kalabiliriz endişesiyle biraz huzursuz oldu. Ama trenimiz tam zamanında Menaggio'ya gelip Torino treni de biraz rötar yapınca rahatça yetiştik. Demir biraz huysuzlandı trende. Ama bütün günün yorgunluğu düşünüldüğünde normaldi bu.


Torino'ya vardıktan sonra kısa bir süre yürüyüp otelimizi bulduk. Napoli'de yaşadığımıza benzer bir şok yaşadık yine. Otelimiz Torino'nun salaş bir kısmında bir apartmanın üçüncü katındaydı. Yakınlardaki bir lokantada Demir'e akşam yemeğini yedirip hemen otelimize döndük. Keyifli ve uzun bir gün olmuştu. Demir çabucak uyudu. Ertesi sabah erken kalkıp kongreye gidecektim. "Sabah buralar ne kadar güvenlidir acaba?" diye düşünürken yorgunluktan bayılırcasına uykuya daldım.

16 Ekim 2015 Cuma

Demir okullu oldu-2

Demir'in okul serüveni devam ediyor. Bu hafta 3. haftası. Sabahları okula gidene kadar genelde her şey yolunda oluyor. Bazı sabahlar zor uyanıyor , bazı sabahlar ise daha biz onu uyandırmadan kalkıyor. Artık okula Can'la gidiyor. Yolda babasıyla vakit geçirip sohbet etmek hoşuna gidiyor. Okula vardığında ise öğretemeni onu kapıdan almaya gelene kadar gözleri doluyor, ama çok ağlamıyor. Sınıfa gittiğinde ise kolayca sakinleşip oyunlara dalıyormuş. Bir de "15'te beni almaya gelin, tamam mı ?" diyor babasına veya bana. Ya onu okulda bırakacağımızdan korkuyor ya da süreci kontrol ediyormuş gibi hissediyor böyle söyleyince. Okulda ise anladığım kadarıyla keyfi yerinde. Arkadaşlarından bahsediyor, kısa kısa oynadıkları oyunları anlatıyor. Spor ve jimnastik dersleri ona ilginç geliyor sanırım, onlarda yaptıklarını anlatıyor. Jimnastik öğretmeni abla renkli küçük halılar getirmişti, spor öğretmeni amca küçük potalar hazırlamıştı. Geçen gün tiyatro seyrettiler okulda. Bir sürü hayvan varmış oyunda. Yemeklerden bahsetmeyi sevmiyor, ama ne meyve yediğini ve meyveyle beraber süpriz kek varsa onu söylüyor. Ben de mümkün olduğunca programını takip etmeye çalışıyorum. Hangi gün ne dersi varsa onunla ilgili sorular soruyorum. Tiyatro gibi etkinlikleri önceden ona haber veriyorum. Göster-anlat etkinliklerine başladılar. Okula bir nesne getirip onu sınıftakilere tanıtacaklar. Bu etkinliğin hangi günlerde olduğunu takip edip "kim ne getirdi?" diye soruyorum.  Anlatıyor birazcık. Bir de "ich möchte wasser" diyerek beni benden alıyor. Tabağı da öğrenmiş "teller teller" dedi dün babasının verdiği tabağa. 
Ben de daha iyi hissediyorum. Cuma günleri okul çıkışında geziyoruz birlikte, ikimize de iyi geliyor. Bir kuş olma isteğim hala devam ediyor. Ama evde onu düşünmeyi bırakıp ders çalışabiliyorum artık. Yarın bir arkadaşımla buluşacağım, gezmeye de başladım yani. Bunlar olumlu gelişmeler. Olumsuz olanlar da var ne yazık ki. Sanırım Demir üzerindeki kontrolümü kaybediyorum gibi hissettiğim için başka konularda fazla  kontrolcü olmaya başladım. Yemek konusunu yine büyütüyorum. Hem okulda aç kalacak, yeterince vitamin alamayıp hastalanacak diye korktuğumdan evde yediklerini kontrol ediyorum. Bu korkumla ilişkili olarak yemeğini kendin yesin diye diretiyorum ki bu her şeyi daha da zorlaştırıp ilişkimiizi yıpratıyor. Hem de erkene çekmeye uğraştığımız uyku saati konusunda fazla takıntılı davranıyorum. Saat 9'da yatakta olması için fırtınalar estiriyorum, birkaç dakika geç kalsak söylenmeye başlıyorum. Iyi yapmıyorum, biliyorum. Bu halimi tanıyorum Demir'in ilk bir yılından ve hiç sevmiyorum. Demir'i ve onunla ilgili süreçleri kontrol etmeye çalışırken kendimi kontrol edemiyorum. Ama farkındayım en azından. Çabalayacağım ve zamanla hafifleyecek bu durumlar. Okul günleri normalleşecek hepimiz için.

2 Ekim 2015 Cuma

Bayram tatili- Milano

Bu yılki kurban bayramı tatilinde bir taşla iki kuş vurup hem benim katılacağım bir kongre için hem de gezmek ve yemek için İtalya'ya gittik Demir'le. İlk durağımız Milano oldu. Yağmurlu bir hava karşıladı bizi. Demir'in arabasının yağmurluğunu unutmuş olduğumuzu böylece fark ettik. Otelimize vardıktan sonra önce bir market bulup Demir için süt ve meyve alışverişini yaptık. Ardından da makarna ve pizza için otelin yakınlarındaki bir restauranta gittik. Gerçekten lezzetli olan yemeklerimizden sonra erkenden yatıp ertesi güne hazırladık kendimizi. Neyse ki sabah güneşli bir güne uyandık. Demir ne yiyebilir acaba diye uzun uzun düşündüğümüz kruvasanlı kahvaltımızdan sonra düştük yollara. Metro istasyonlarında asansör olmamasının şokunu yaşayıp Demir'in arabasıyla merdivenleri inme ve çıkma savaşları verdikten sonra şehrin merkezine vardık. Gösterişli vitrinler, tanınmış mağazalar ve yüksek rakamlı etiketler ile her yer buram buram alışveriş kokuyor gibi geldi bana. Milano Moda Haftası'na denk geldiğimizden habersiz bir defilenin çıkışına yakalandık. Ellerinde fotoğraf makineleriyle paparaziler boyları ve kıyafetlerini göz önünde bulundurarak manken veya sosyete güzeli olduğuna karar verdiğimiz kadınların fotoğraflarını çekiyorlardı; bazıları ayakkabılarına odaklanıyordu. Can da makinesiyle bu anı belgeledi  (Bu tatilin bizim için farklı olan taraflarından  biri ailemizin fotografçısının bu sefer ben değil de Can olmasıydı. Tatil boyunca "şunu da çeker misin? Bak, bu sokak ne güzel, bizi çeksene" diyerek talimat vermekten geri kalmadım tabii bu durumda). Milano kitapçığımızın bizi yönlendirdiği sokaklarda başladık dolaşmaya. Birkaç kilise gördük.Parkın içindeki çocuk bahçesinde Demir bol bol oynadı, tırmandı, akrobatik hareketler yaptı, düşerek beni korkuttu. Tüm tatil boyunca en çok bu an mutlu oldu sanırım. Çok eskiden hastane olan üniversite binasını gezdik. Az sayıdaki kanalları dolaştıktan sonra Demir'i şimdiye kadar binmediği tek ulaşım aracı olan tramvaya da bindirerek şehrin simgesi olan katedralin (The Duomo) olduğu meydana vardık. Demir uyuyunca biz de kalabalığın içinde biraz dolaştık, yemek yedik. Vittorio Emanuelle II Galerisi'ni gezdik. Galerinin tabanındaki boğaya ayağımı koyarak kendi etrafımda dönüp dilek dilemeyi ve "bu ne pahalılık, değer mi hiç?" diye vitrinlere yorum yapmayı atlamadım. Sonra Demir uyanınca Milano'nun özel lezzetlerinden  panzerotti (içinde mozarella ve domates olan kızarmış hamur) yedikten sonra katedralin içini dolaştık. Gelato molasının ardından şehrin sokaklarını adımlamaya devam ettik. Sforzesco Kalesi görkemiyle bizi çok etkiledi. Arkasındaki büyük parkta ördekleri seyrettikten sonra Piazza Cadorna'ya vardık. Yakınlarda bir kafede oturup spritzlerimizi içtik. Demir akşam yemeğini yedikten sonra Milano'nun gece halini de görüp otelimize döndük.  
Milano'da hiç müze gezemedik. Tatilimize başlamadan önce dersimizi iyi çalışmadığımız için Leonardo da Vinci'nin 'Son Akşam Yemeği' tablosunu da göremedik. Kitaptan öğrendiğimizde çok geç kalmıştık rezervasyon yaptırmak için. Genel olarak Milano diğer gezdiğimiz İtalyan şehirlerine oranla çok farklı geldi bana. Şık, tarih yerine alışveriş kokan, sevdiğim ufak balkonlu az katlı binaların yerine vitrinlerle dolu büyük gri binalar içeren, dar sokakların yerine geniş caddeleri olan sanayileşmiş görüntüsüyle bana İtalya'da olduğumu hissettirmeyen bir şehir olarak yer etti hafızamda.

Demir okullu oldu

"Şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk, sevinçliyiz hepimiz, yaşasın okulumuz". Birkaç gündür zihnimde sürekli bu şarkı dolaşıyor, çünkü Demir okula başladı.  Eve yürüme mesafesinde olan, sabahları erken kalkmadan kahvaltısını yaptıktan sonra esnek bir saatte gidebileceği, biraz oyun oynadıktan sonra da dönebileceği bir okul hayal ediyordum Demir'in ilk anaokulu olarak. Fakat diğer bir sürü kriteri de göz önünde bulundurduğumuzda böyle bir okul bulamayınca bu hayalimden vazgeçtim. Can'ın işyerinden arkadaşlarının referansıyla gittiğimiz, içimize sinen, evden arabayla 30 dakikada ulaşabildiğimiz;  sabah ve akşam saatleri belirgin olan; kahvaltısını, öğle yemeğini, meyvesini yediği; öğle uykusunu uyuduğu, Almanca öğrenmeye başlayacağı  kurumsal bir okul oldu ilk okulu. Bayram tatilinden önceki hafta oryantasyon haftasıydı. Her gün sabahtan 2 saat okula gitti. Ben de bu sürede onu bahçede beklediğim için keyifle geçirdi o haftayı. Bayram tatilinin dönüşünde okullar pazartesi açılsa da Demir salı günü resmi okul hayatına başladı (okulun ilk gününü tatilimiz dolayısıyla kırmış olması "okul hayatına okulu kırarak başlıyor. Ne biçim!" şeklinde esprilere neden oldu tabii Can'la aramızda. "Nasıl başlarsa öyle gider" sözünün bu durumda doğru olmayacağını umarak...). İlk gün yarım gün okulda kaldı. Ben de onu bekledim. Çarşamba günü 2 saat kadar bekledim. Perşembe günü ise Demir'le yaptığımız anlaşma sonucu 16 dakika. Her gün benden ayrılması zor oldu. Çarşamba günü ben de öğretmenlerinin önerisi ile sınıfın kapısına kadar gidince biraz ağladı. Perşembe de gözleri dolu dolu oldu. Ama genel olarak ben gittikten sonra günü keyifle geçiriyormuş, arada ne zaman geleceğimi sorsa da. Oyunlara katılıyormuş, öğlen uykusunu uyuyormuş. Meyvesini yiyormuş. Yemeklerini az yiyormuş (buna şaşırmadım tabii ki). Benden ayrılması zor oluyorsa diye düşündüğümüz için bu sabah Can götürdü. Sabah kalktıktan sonra "bu gün okula gitmeyeceğim, değil mi?" diye sordu. Biz de gideceğini, sonrasında da kutlama yapacağımızı anlattık ona. Okuldaki ilk hafta kutlaması. Önce yakınlarda onun sevdiği alışveriş merkezine gidilecek, sonra ona yakın bir yerde yemek yenecek, sonrasında da pasta yenecekmiş. Okula gittiklerinde yine ağlamış biraz. Ama sonrasında alışmıştır diye umuyorum diğer günlerdeki gibi. Biliyorum ki geçecek. Öğretmenini sevdikçe, okuluna güvendikçe, arkadaşlarını tanıdıkça, oyunların keyfine vardıkça alışacak ve bizi aramayacak hiç.




Ben de alışacağım diğer taraftan. Evdeki sessizlik garip geliyor şu anda. Bazen evdeymiş de uyuyormuş, birazdan odasından "aaanneee, uyandım" diye seslenecekmiş gibi geliyor. Üç senedir evdeki varlığına çok alışmışım, ben de özlüyorum onu. Gözüm saatte, gidip almama ne kadar kaldı diye hesaplıyorum bazen.  Ama biliyorum ki bu da geçecek. Onun mutlu olduğunu bildikçe ben de rahatlayacağım. Evdeki sessizliğin tadını çıkarmaya başlayacağım, daha iyi ders çalışabileceğim. Onu almaya gidene kadar gezebileceğim. Kuş olup sınıfın camına konasım geliyor bazen; merak ediyorum neler yaptığını , arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle nasıl konuştuğunu. Bazen anlatıyor kısa kısa. Aktivitelerden, arkadaşlarının yaptıklarından bahsediyor. Salı günü arkadaşları parmak boya yemişler, hiç yenir miymiş! Çarşamba günü spor salonuna gitmişler, bir arkadaşıyla beraber topu ayakla birbirlerine atmışlar. Sınıfta parmak kuklalar varmış. Bir de büyük bir radyo, bizim evde neden yokmuş o radyodan. Yukarıdaki büyük odada uyuyorlarmış vs. Kendi kendine garip bir dilde konuşuyor ara ara, ne dediğini sorduğumda "almanca konuşuyorum" diyor. Çarşamba günü ise "ich bin da" demeye başladı. Hem de doğru bir telaffuzla. Şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak ne demek olduğunu sorduğumda "'tamam' demek" dedi bilmiş bilmiş (öğretmeninin söylediğini duydukça bu anlamı çıkarmış demek ki).



İyi gelecek okul ona. Oynayacak, öğrenecek, büyüyecek...