19 Şubat 2015 Perşembe

Demir metroda

Demir'le yurt dışında olduğumuz zamanlarda toplu taşıma araçlarını rahat rahat kullansak da kendi şehrimizde buna cesaret edemiyoruz. Kalabalığı, hastalıkları bahane edip arabanın rahatlığına kapılıveriyoruz. Fakat Demir kitaplarında gördüğü toplu taşıma araçlarını merak ediyor. Geçenlerde bu merakını biraz giderebilmek için İstanbul'daki ilk metro gezimizi yaptık. Arabadan tamamıyla uzak duramayarak Cevahir Alışveriş Merkezi'ne kadar arabayla gittik. Orada biraz dolaştık. O sırada yarıyıl tatili olduğu için Şipşak Dünya Turu diye bir etkinlik vardı. Demir ona katıldı. Biraz İtalya standında hamurdan makarna yaptı, biraz Brezilya standında top aynadı. Ama en çok İstanbul standında balık tutmayı sevdi. Sonra metroya binip Harbiye'ye gittik vize için teslim ettiğimiz pasaportlarımızı almaya. Rahat rahat asansörleri kullanarak perona inip yukarıya çıkabildik. Biraz kalabalıktı, ama metroya binip inerken fazla zorlanmadık. Dönüşte Demir uykusuna yenik düştü, ikinci kez metroya bindiğini göremedi. Alışveriş merkezine döndüğümüzde her yer kalabalıklaşmıştı. Demir uyanınca çabucak yemeğimizi yiyip dönüş yolculuğumuza başladık. Hem araba kullanıp hem Demir'in sorularını cevaplamak kolay olmasa da bol bol sohbet ederek 2 saatte evimize döndük. Kısa da olsa Demir'in çok hoşuna gitti metroyla gezmek; sık sık tekrar binmek isteğini belirtiyor. Ama öncesinde sırada otobüs ve metrobüs gezilerimiz var.

12 Şubat 2015 Perşembe

Bazı sorular çok zor!

Demir soru sormaya başlayalı hayat çok zorlaştı benim için. O kadar çok soruya cevap vermek zorunda kalıyorum ki gün içinde yoruluyorum bazen.


Bazıları kolay sorular. Genelde Demir'in zaten cevabını bildiği, öylesine sorduğu, benim cevabımı beklemeden kendi de cevaplayabildiği veya bir cevap beklemediği:  "Bu ne (tanıdığı bir nesne için)? Bu ses nereden geliyor? Ambulans mı geçiyor? Babamın babasının adı ne? Hasan mı?..."


Bazıları cevap bekleyen sorular, ama yine kolay, çabucak cevap verebildiğim sorular: "Baba ne zaman gelecek? Telefonda kimle konuşuyorsun? Hamdiye Abla bu gün gelecek mi? Beş yaşına geldiğimde elini tutmadan yürüyebilir miyim?..."


Bazıları zor. Cevabını bildiğim, bilmesem de kolaylıkla bir kaynaktan bulabileceğim, ama anlatırken zorlanacağım sorular: "Tren nasıl gidiyor? Neden elektrik var?Perde ne işe yarıyor? Neden derimiz var? Arabanın neden tekerleği var? Ben neden pata pataya binemem? "


Bazıları ise çoook zor: "Babam neden yumurtayı içiyor? Sen neden öğretmen oldun? Ben geçmesin istiyorum, zaman neden geçiyor? Dedem neden tek başına yaşıyor? Uzay neden var?"Öyle de desem olmuyor bu sorulara, böyle de desem. Cevaplarını bilsem de anlatamıyorum veya daha anlatmak istemiyorum.


Ama en çarpıcı olanlar soru zincirleri, "neden?" sorusuna verilmiş olan bir cevabı defalarca takip eden başka "neden?" soruları. Bazıları döngüsel sorular: "Keke neden yumurta koyduk? Kabarsın diye. Neden kabarsın? Daha güzel olur. Neden daha güzel olur? Kabardığı için(!?!?)".  Bazıları ise bir noktada tıkanıyorlar: "Hayvanlar neden ağızlarıyla yemek yiyor?Elleri olmadığı için. Neden elleri yok? hayvanların elleri olmaz. Neden?" veya "O çocuk neden boyalı süt içiyor? Bilmiyordur boyalı olduğunu. Neden? Annesi söylememiştir ona. Neden? O da bilmiyordur belki. Neden? Öğrenmemiştir. Neden? Okumamıştır. Neden? Merak etmemiştir.Neden?.?!?!?!.."


O kadar çoklar ki... Yazmak istiyorum hepsini duyar duymaz, ama hemen arkasından gelen soru yağmuru unutturuyor yazmak istediklerimi bana, "öyle işte"ye kalmamak için harcıyorum tüm enerjimi cevaplara.

Pıtır pıtır

Demir tuvalet eğitimini tamamladıktan kısa bir süre sonra gece uyanıp tuvalete gitmek istediğinde rahat etmesi için yatağının kenarındaki parmaklıkları kaldırdık. Yaklaşık dört aydır yatağında onlar olmadan uyuyor. Buna karar verirken korkuyorduk aslında. Birincisi uyurken yatakta sürekli dönüp durduğu için (daha küçükken, geceleri onu ayakları yatak ucuna doğru yatağına koyduğumuz halde sabahları kafası o tarafta uyanırdı) "ya düşerse" diye korkuyorduk. Neyse ki sadece bir kere, onda da yataktan kalkarken ayağı takıldığı için düştü şimdiye kadar. İkincisi "ya kalkıp dolaşırsa, dışarıya çıkmaya çalışırsa"diyeydi. Bu korkumuz yüzünden tüm pencereleri, balkon kapılarını ve daire kapısını gece yatmadan kontrol ediyoruz birkaç kez.


Bir süre gece uyandığında, hatta sabah kalktığında bile kendisi yataktan çıkmadan bizi yanına çağırıyordu. Biz de korkumuzun yersiz olduğunu düşünmeye başlamıştık ki yataktan kalkmanın sağladığı özgürlüğü keşfetti Demir. Şimdi gecenin bir saati pıtır pıtır ayak sesleriyle uyanıyoruz. Odamızın kapısından bir küçük adam geçiyor tuvalete doğru. Uyku sersemi önce sesleniyoruz "Demir, nereye?" diye, sonra arkasından koşuyoruz.  Ya da bir bakmışız yatağımızın kenarında belirivermiş, ya benim ya babasının tarafından yatağa tırmanmaya çalışıyor. Bazen kendimizde kuvvet bulup onu geri yatağına götürüyoruz. Ama bazen uyku ve hele de onunla uyumak o kadar tatlı geliyor ki aramızda yer açıyoruz ona. Sabah uyandığımda içimden bir ses "hiç iyi olmadı bu. Ya alışırsa bizimle uyumaya! Almamalıyız onu yanımıza" diyor. Diğer bir ses ise "şimdi çok küçük, bizi özlüyor demek ki. Zaten çok hızlı büyüyor, gün gelecek o gelmek istemeyecek yanımıza, kokusunu özleyeceğiz, rahat olalım" diyor. Bazen ilkini bazen ise ikincisini dinliyorum. 
Geçen sabah ise bambaşka sesler duydum içimde.


Demir'in yine bizim yanımıza geldiği bir gecenin sabahıydı. Can banyodan sonra giyinmek için odaya dönmüştü ve beni  "Demir nerede, Demir nerede?" diyerek panik içinde uyandırıyordu. Birkaç saniyede birçok ses aynı anda "kapılar kilitliydi değil mi? Açamazdı ki kendi başına, değil mi? Salonda mı acaba? Ya mutfakta? Banyoda olamaz, Can ordan geldi şimdi. Balkondaki camlar kapalı mıydı acaba? Belki odasına gitmiştir. Ama ya orda da yoksa" dedi içimde. Onları susturan pıtır pıtır ayak seslerini duydum sonra tekrar. Demir odasından çıktı; metro kitabini arıyormuş kahvaltıda okumak için. Rahat bir nefes aldık. Pıtır pıtır ayak seslerini hep duyalım da gerisi önemsiz aslında...