29 Kasım 2016 Salı

Özet

Aylar aylar geçmiş son yazımın üstünden. Neler neler oldu ki bu geçen zamanda? Ben 2012 nisan ayında bıraktığım tam zamanlı çalışma hayatıma geri döndüm. Hem de üzerimdeki en büyük yükten kurtulmuş, doktora tezimi tamamlamış olarak. İnsanın sevdiği işi yapabiliyor olmasının büyük bir lüks ve şans olduğunu düşünmüşümdür hep. Babamın severek çalıştığını görmüşümdür yıllarca. Annemin de çok yorulsa da işini sevdiğini. Ve ikisine de çalışmanın iyi geldiğini. Can'ın uzayan mesai saatlerini çoğu zaman anlayamasam da onun  da işini ve çalıştığı şirketi sevdiğini hissettiğim için bir zaman sonra sorgulamayı kesmişimdir bu konuyu. Kemdim de sevdiğim işi yapabilmek için uzun zaman tezimin her gün her yere benimle gelmesine göz yumdum. Vazgeçmeyi düşündüğüm zamanlarda onun sevdiğim işi yapabilmek için bir anahtar olduğunu düşünüp tutunmaya çalıştım onunla geçen günlere. Ve sonunda şanslıyım ki sevdiğim işi yapmaya başlayabildim en sonunda. Öyle ki her gün katettiğim mesafeyi duyan çoğu kişinin tepkisinin aksine 2,5 aydır rahatsız değilim İstanbul'un bir ucundan bir ucuna gittiğime. Yorulsam da ders anlatmak, öğrencilerle iç içe olmak iyi geliyor bana. Ne hastalık kalıyor ne can sıkıntısı ne de yorgunluk!
Tek sıkıntım başlarda Demir'den ayrı kalmak oldu.O benden daha kolay alışmış olabilir bu duruma. Arada sırada "sen çalışmasaydın beni buraya götürürdün. Birlikte şuraya giderdik" dese de genel olarak memnun halinden. Servisle okula gidip gelmeye alıştı. Haftada bir gün babası götürüyor okula. Akşam üstleri saat 5'e doğru geliyor eve. Hamdiye Abla'sıyla oyun oynayıp yemeğini yiyor. Ben eve gidince de ben yemeğimi yerken sohbet ediyoruz biraz, sonra da kitap veya dergi okuyoruz birlikte. İkimize de birbirimizi özlemek iyi geliyor bazen. Ben de boş günüm olursa veya okuldan erken çıkabilirsem ona zaman ayırmaya çalışıyorum. Sinemaya gidiyoruz veya evde vakit geçirip oyun oynuyoruz. Okula da bu sene daha kolay alıştı. Sınıfın kalabalığından, "yaramaz" olarak nitelendirdiği arkadaşlarından şikayetçi olsa da ara ara orada da keyfi yerinde genel olarak. Bu seneki aile etkinliği için geçen hafta ben de gitttim okuluna. Öğretmenleriyle daha önce veli toplantısında tanışmıştım (bu ayrı bir yazının konusu kesinilke), sınıf arkadaşlarının bazılarını da geçen seneden tanıyordum. Fark ettim ki hepsi büyümüşler bu sene. Geçen seneki etkinlikte sessiz sessiz oturanlar bu sene parmak kaldırıp sorular sormaya, cevaplar yetiştirmeye başlamışlar. Durgunlukları gitmiş üstlerinden, hepsi bıcır bıcır olmuşlar.  Yeni arkadaşları da öyle. Demir'in sık sık bahsettiği iki arkadaşı yoktu o gün. Sabırsızlıkla bekliyorum onlarla da tanışmayı yakında.
İkimiz de hafta içi okula gidince hafta sonları daha çok birlikte vakit geçirelim istiyorum. Cumartesine Demir'in drama dersiyle başlıyoruz. Çocuklara daha çok alışsın ve sosyalleşebilsin diye gitmesinin iyi olacağını düşündüğümüz drama kursunu Demir o kadar sevdi ki bizim sadece bir ay gider herhalde diye düşündüğümüz kursta 3 ayına başladı. Kurs 8 aylık. Sonuna kadar gider herhalde. Geçtiğimiz cumartesi de orada aile etkinliği vardı. Bütün çocukların anne ve/veya babaları da çocuklarla beraber kursa katıldık. Biraz anlayabildim Demir'in orayı neden sevdiğini. Kuralsız bir ortam, eğlenceli oyunlar, güler yüzlü eğitmen. O gün yaptığımız etkinliklerden de keyif aldı Demir. Duygular konusundaki aktiviteler onun da benim de çok hoşuma gitti. Bazen cumartesi sabahları olan koşuşturma bana fazla gelse de Demir sevdiği için vazgeçmek mümkün değil artık. Kurstan sonra da pazar ve market alışverişini hallediyoruz genelde. Pazar günlerini de gezmeye ayırmaya çalışıyoruz. Lemi Dede'ye, teyzelere, sinemaya, tiyatroya gidiyoruz. Arkadaşlarımızla buluşuyoruz bazen. Daha az çatışma yaşıyoruz sanki (her hafta sonu olmasa da).
 Bu özetten sonra paylaştıklarımızın detayları çok yakında...

3 Eylül 2016 Cumartesi

Tatil...Tatil...3

Çeşme dönüşü Demir yazlığı ve denize girmeyi seviyor diye bir gün İstanbul'da kalıp ertesi gün yazlığa gittik. Planım Hamdiye Abla tatildeyken bir hafta yazlıkta kalmak, sonra da Demir'in okuldaki oryantasyon gününden önceki gün İstanbul'a dönmekti. Yazlıkta denize girer, Ereğli'de köfte yer, bisiklete biner, Demir arkadaş edinir, ben de birkaç arkadaşımla sohbet ederim akşamları diye düşünüyordum. Hava kötü olduğu için denize gidemedik. Ve fark ettim ki denize gitmeyince yazlıkta vakit geçirmek çok zormuş. Okula hazırlık olsun diye Demir'in öğlen uykularını kaldırmaya karar verince de tüm gün Demir'i oyalamak zormuş. Demir bazen karşı komşumuz Ülkü Teyze'ye, bazen birkaç ev ileride oturan iki kardeş teyzelere gitti. Bol bol televizyon seyretti tüm engelleme çabalarıma rağmen. Parka gittik arada. Demir birkaç çocukla arkadaş olmaya çalıştı. Bir gün kahvaltıya Ereğli'ye gittik. Sahilde dolaşıp dondurma yiyelim derken üç saat Ereğli'de vakit geçirdik. Tüm bunlara rağmen rahat edemedik bir türlü. Bunda Çeşme tatilinde kalabalığa ve sürekli yeni bir olay-aktivite olmasına alışmış olmamızın da etkisi vardı sanırım. Bunun sonucunda da apar topar cumartesi sabahı İstanbul'a döndük. Demir tatilinin son günlerini genelde Hamdiye Abla'sıyla evde oynayarak geçirdi bu yüzden. Bir gün Legoland'e gittik. Bir gün de sinemaya. Birkaç gün akşamüstleri Beylikdüzü'ne taşınan babaanneyle dedeyi ziyarete gittik. Demir'in okuldaki oryantasyonuna katıldık. Demir en başta çekingen davrandı; yeni öğretmenlerinin yanına gitmek istemedi. Sınıfının kapısına birlikte gittik. Ama sınıfa girdikten sonra beni aramadı ve sınıftan çıkmadı hiç. Oryantasyon sonunda ise çok keyifliydi. Gülerek çıktı okuldan ve hemen okulun ilk günü için yapması gereken aktiviteyi anlattı heyecanla bana. Yeni öğretmenleri güleryüzlüler. Demir geçen seneden tanıyormuş onları, o yüzden yabancılık hissetmeyecek sanırım. Ama sınıfı beklediğimden daha kalabalık. Geçen seneden tanıdığı ve sevdiği arkadaşları var yeni sınıfında neyse ki. Bu, alışmasını kolaylaştıracaktır diye umuyorum. Okul çıkışında fark ettim ki bir tarafı gitmek istemese de okula bir tarafı okulun başlamasını bekliyor gibi.

Bense tatilin bu son günlerinde "tatil bitiyor ve hem Demir'in hem de benim okulum başlayınca çok fazla vakit geçiremeyeceğiz birlikte" diye düşünüp duygusallaşmaya başladım. 'Hayatımızdaki büyük değişikliğe Demir alışacak mı, ben alışacak mıyım?' 'Hafta içi pek görüşemeyip ağırlıklı olarak sadece hafta sonları  vakit geçirebilecek olmamız nasıl olacak acaba?' gibi deli sorular aklımda sürekli. Bir tarafım "Her şey iyi olacak ve ikimize de iyi gelecek bu değişiklik" diye düşünse de bir tarafım korkuyor bu yeni düzenden.  Sakin durmaya ve Demir'e hissettirmemeye çalışıyorum tüm bunları. Ama onu daha çok kucaklıyorum, bol bol öpüp kokluyorum ve hayatımızdaki dönüm noktasına kendimi hazırlamaya çalışıyorum.

2 Eylül 2016 Cuma

Tatil...Tatil...2

Yaz döneminin ilk ve son gerçek deniz-kum tatilini iki hafta önce Çeşme'de gerçekleştirdik. Bu tatil daha önceki Çeşme tatillerimizden farklıydı. Yalnız değildik; otelde kalmadık ve uzundu. Üç aile otelde konaklamaktansa  evde kalmanın daha keyifli olacağını düşündüğümüz için Ilıca'da bir ev kiralayıp  sekiz gün birlikte tatil yaptık.

Cumartesi sabahı erkenden yola çıkıp kara bulutlar ve yer yer yağmur eşliğinde Susurluk'a vardık. Orada arkadaşlarımızla buluştuk. Kahvaltının ardından konvoy olarak yolumuza devam ettik. Demir bazen uyudu, bol bol sohbet etti ve müzik dinledi. Öğlen saatlerinde Çeşme'ye vardık. İlk durağımız pideci oldu. Güzelce karnımızı doyurduktan sonra evimizi bulduk. İnternet sitesindeki resimlerden eve dair bir fikrim olsa da ev beklediğimden daha konforlu ve güzeldi; tüm ihtiyaçlar düşünülerek döşenmiş ve çok zevkli dekore edilmişti. Odalarımızı belirledikten sonra erkekler alışverişe gittiler. Biz de hem kendimiz denize girmek istediğimiz için hem de Demir sabırsızlandığından sahile indik. Hava çok rüzgarlı; deniz fazla dalgalıydı. Fakat bu durum Demir'i ve dolayısıyla da beni durduramadı. Biz de kendimizi dalgalara bıraktık. İçimiz dışımız kumla dolduktan sonra eve döndük. İlk akşam yemeğimizi evde yedik. Hem yerleştik hem de balkonumuzun keyfini sürdük. Ertesi sabah ve daha sonrakilerde el birliği ile kahvaltıyı hazırladık. Birkaç sabah Demir kahvaltısını kendi yapsın diye uğraştıysam da sonrasında kahvaltısı uzun sürdüğü için müdahale edip genelde ben yedirdim ve o da kahvaltısından sonra bizimki bitene kadar televizyon keyfi yaptı. Bunun için bir şartım oldu ama. Sabahları güzel kahvaltı yaparsa daha sonra gün içinde yediklerine karışmayacağımı söyledim. Çoğu zaman da bunu uygulayabildim.  Her gün kahvaltıdan sonra denize gittik. İlk iki gün Demir'in geçen seneden deniz yataklarıyla hatırladığı ve Çeşme ile özdeşleştirdiği Altınkum'daki kumsala gittik. Deniz yatakları bu sene yoktu. Ama deniz yine masmavi, tertemiz ve soğuktu. Demir ayakkabısına dolan kumlardan fazla hoşlanmasa da bazen babasıyla kule yaptı, bol bol denize girdi, sığ yerlerde simitsiz yüzme denemeleri yaptı, simitsizken kafasını suya sokmayı yani kendince dalmayı öğrendi. Deniz voleybolu için kurulan fileyle oynadı. Sonraki üç gün ise Aya Yorgi koyuna gittik. Oranın denizi ılıktı. Kum olmadığı için Demir'in çok hoşuna gitti ve sahildeki taşlarla oynamaktan da keyif aldı. Denizin sığ alanı daha az olduğundan simitsiz uzaklara gidemese de burada iskeleden denize atlayıp dalma çalışmaları yaptı. Buradaki son günümüzde koya yanaşan teknelerin denizi kirletmeleri yüzünden tatilimizin son günlerinde yine
Altınkum'u tercih ettik. Bunun benim için en güzel tarafı yıllardır gökyüzündeki paraşütleri görüp yapmak istediğim parasailing hayalimi sonunda gerçekleştirmek oldu. Arkadaşlarımızla bu hayalimi paylaştığımda onların da heyecanlanması sayesinde cuma günü hepimiz önce bir bota bindik. Bu bot bizi denizin ortasındaki tekneye götürdü. Bot ve tekne Demir'i başlarda biraz tedirgin etse de sonrasında alıştı. Teknede önce ben ve bir arkadaşımız ekipmanlarımızı takıp paraşüte bağlandık ve havalanıp uçtuk. Başta heyecanlı olsam da paraşütün güvenli olduğuna kanaat getirdikten sonra uzaktaki koyları, adaları, denizin binbir mavi tonunu, güneşin deniz üzerindeki yansımasını keyifle seyrettim. Kulaklarıma dolan rüzgarın uğultusuyla gökyüzünde süzülmek çok keyifliydi. Demir bu anlarda aşağıda küçücük kalmış olan teknede babasıyla bizi seyrediyor ve el sallıyordu. Biz tekneye geri döndükten sonra iki arkadaşımız daha uçtular. Tekneden onları seyretmek de keyifliydi.Tüm bunlar Demir'in de hoşuna gitmiş olmalı ki tekneden indiğimizde bana "büyüyünce ben de yapacağım" dedi. Bu maceranın ertesi  günü ise ringoya binerek çılgınlıklarımıza bir yenisini ekledik. Bir gün önce teknede bize eşlik eden Demir'i buna binemeyeceğine ve onu sahilde arkadaşlarımızın oğlu ve onun bakıcı ablası ile bırakmak zorunda olduğumuza ikna etmek biraz zor olsa da bunu başarınca keyifle eğlendik. Denizden sonra akşamüstleri saat 6 gibi eve döndük. İlk önce Demir duşunu aldı ve sonra biz akşam için hazırlıklarımızı tamamlayana kadar biraz çizgi film seyretti. Bu anlarda ondan mutlusu yoktu. Akşam yemekleri için üç gün tercihimizi balıktan yana kullandık. Çeşme'nin içinde güzel bir balıkçı keşfettik. Bir gün Çeşme'deki popüler bir esnaf lokantasına gittik. Bir akşam dışarıda et yedik. O akşam Demir'e verdiğim yediklerine karışmama sözümü gerçekleştiremedim ne yazık ki; çünkü et yemeyi sevmeyen Demir lokmaları ağzında büyüttükçe büyütüp beni zorladı. Fakat sonrasında onu etçiye götürerek hatanın bizde olduğunu kabul edip onunla konuştum. Diğer akşamlar ise evde, balkonumuzda yiyip içtik. İstisnasız her akşam dondurma yedik. Bu da sanırım Çeşme tatilinde Demir'in en sevdiği şeydi. Bir diğer sevdiği şey ise gece geç yatmak oldu. Her akşam ona geç yatma rekoru kırdığını söyledikçe pek keyiflendi. Tatilimizin bittiği gün sabah erkenden evimizden çıkıp geri dönüş yolculuğumuza başladık. İzmir çıkışında dağ yolunda güzel bir kahvaltı ettik; Susurluk'ta kısa bir mola verdik ve Bandırma'dan feribota bindik. Demir feribota bineceği için heyecanlı, bense onu feribotta iki saat nasıl oyalayacağım diye stresliydim. Biraz dolaştık, biraz kitap okuduk, biraz arkadaşlarımızla oynadı Demir ve tatilin tamamı gibi bu kısmının da nasıl geçtiğini anlamadan İstanbul'a döndük. 

Tatil dönüşü Demir'le konuştuğumuzda kalabalık tatil yapmaktan hoşlandığını anladım. Gelecek sene de hep birlikte Çeşme'ye gideriz değil mi diye sordu birkaç gün. Tatil boyunca arkadaşlarımızla iyi anlaştı. Bazen onları esir almış olsa da onlar da onun oyunlarına katılıp sorularını cevapladıkça Demir'in kalbini kazandılar. Arkadaşlarımızın oğluyla anlaşamadığı zamanlar oldu. Simidini, oyuncaklarını paylaşmak istemedi, bazen hem arkadaşlarımızın hem de bizim ilgimizin ona kaymasından rahatsız olup, biraz kıskanıp agresifleşti. Arada şımardı. Böyle durumlarda benim de sakin kalamadığım ve bunaldığım zamanlar oldu. Çok yorulduğu halde öğlenleri uyumak istemeyince hem o huysuzlandığı için hem de benim o uyku molasına ihtiyacım olduğu için tartıştığımız oldu. Okulda bu sene uyumayacağı için tatilde uyumamaya başlayabilir belki diye düşündüğümden birkaç gün bu konuda kararsız davranmışken bu tavrımı değiştirip ona uyku konusunda esneklik olmadığını ve öğlenleri uyuması gerektiğini söyleyince bu kararlı tavrım hem beni hem onu rahatlattı ve tartışmalarımız azaldı.   Her şeyi bir arada düşündüğümde aslında gayet güzel idare edebildi ve keyifliydi Demir. Bulunduğu ortamlarda genelde tek çocuk olup bu tatilde kardeşi sayıldığını söylediğimiz başka bir çocukla iletişime geçmeye çalışması onun için büyük bir adımdı aslında. Arkadaşlarımızın oğulları Demir farkına varmasa da kendine Demir'i örnek aldı. Yeni yeni konuşmaya başlamış olsa da sürekli "bir şey söyleyebilir miyim?" diyen Demir'i duydukça bir gün "Bir şey söyleyeceğim" bile dedi.   Umuyorum ki Demir de arkadaşlarımızın oğlu da büyüdükçe daha paylaşımcı ve güzel bir ilişkileri olacak. Bunun temelini bu tatilde attılar gibi. Biz de arkadaşlarımızla güzel anılar biriktirdik, ileride bunlara yenilerini ekleyeceğimizi umarak. 

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Tatil...Tatil...1


Demir'e okul kadar eğlenceli gelmeyen tatilin şimdiye kadarki kısmının bir özetidir yazacaklarım.

Okullar kapandıktan sonra tatilin bir haftasını İstanbul'da geçirdik. Bu hafta içinde her sabah uyandığında uzaklara gitmek istedi Demir. Biz de bir sabah Bebek'e gittik. Orada kahvaltı ettikten sonra vapurla Kanlıca'ya geçip  geri döndük. Bir gün Bakırköy'e gittik. Oradan da Florya'daki belediye tesislerine uğradık. Oradaki oyun alanını bildiğimden yanımıza Demir'in skuterını almıştım. Oradaki trafik oyun alanında keyifle oynadı Demir. Evde olduğumuz günlerde de Hamdiye Ablası'yla bol bol vakit geçirdi.

Sonraki hafta ben altı günlüğüne Almanya'ya gittim bir yaz okulu için. Bu Demir'le ilk uzun ayrılışımız oldu. Çok özledim onu. Hamdiye Ablası ve babası sayesinde iyi idare etti Demir. Bana da iyi geldi biraz uzaklaşmak ve kendim için bir şey yapmak. Demir'le gezdiğimiz yerleri yaza yaza alışmışım gezileri anlatmaya. Almanya maceralarımı da yazasım var, ama sanırım bu blog doğru adres olmaz bunun için. Almanya dönüşü Ankara'ya gittik günü birlik bayram öncesine gelen mezuniyet törenim için. Yedi yaşından küçük çocukları tören salonuna almasalar da ve Demir daha mezuniyeti ve önemini anlayamayacak olsa da benim  için önemliydi bunu onunla paylaşmak. Törenin ertesi günü de yazlığa geldik.

On gündür yazlıktayız. Bayramı burada geçirdik. Bir rutinimiz oluştu sayılır. Sabahları genelde evde vakit geçiriyoruz. Demir bazen ev işlerinde bana yardımcı oluyor. Bazen oyun oynuyoruz. Tabii hem benimle hem dedesiyle bol bol sohbet ediyor. Kitap okuyoruz. Bir basket potası yaptık; biraz basket oynuyoruz. Her ne kadar onaylamasam da  bazen televizyon seyrediyor (ama itiraf ediyorum ki ben ev işi yaparken rahat oluyor). Öğlen uykusu ve yemeğin ardından deniz kenarına gidiyoruz. Biraz yüzüyoruz; meyvemizi yiyoruz. Kovayla su çekiyoruz, ama henüz kumlarla oynamadık. Sonra da eve dönüp duşumuzu alıp akşam yemeğini yiyoruz. Yemekten sonra dedesi evi ilaçlarken biz de dolaşıyoruz. Bazen Demir bisikletiyle çıkıyor dolaşmaya, bazense ikimiz de yürüyoruz. İkimiz de bisikletle dolaşırız diye bu sene kendime de bisiklet almıştım. Ama sanırım henüz erken bunun için. İki kez denedik birlikte bisiklete binmeyi. İkisinde de ben öne geçince sinirlendi Demir, ben de vazgeçtim şimdilik.  Bir de yokuşlarda zorlanıyor henüz bacakları güçlü olmadığı için. Bu durumlarda "ne biçim bisiklet bu? Gitmiyor" diye söylenip beni güldürüyor. Ben de bazen evin işinin bitmediğine söyleniyorum (gerçekten de bitmiyor, her gün bir usta veya tamirci misafir oluyor bize). Ereğli'ye gidiyoruz sık sık kahvaltı, akşam yemeği, pazar veya sadece dondurma için. Şimdilik tek sorunumuz sitede yapılan ilaçlama. Geçen sene ilaçlama kamyonunun sesinden korkmuştu Demir ve neredeyse sokağa bile çıkmak istemiyordu. Bu sene bu kadar güçlü değil bu korkusu. Ama biz unutmuştur, geçmiştir diye umuyorduk; tam olarak geçmiş değil. Kaynağını bilmediği sesler yine huzursuz ediyor onu. Ama anlatınca geçen seneye göre daha kolay kabulleniyor. İlaçlama kamyonunun sesini duyduğunda evin içine geçiyoruz ve beş dakika oturup sonra tekrar balkona çıkıyoruz. Şimdilik işe yarıyor gibi bu yöntem. Ve bu korkusu genellenmedi neyse ki; sokaklardan ve diğer arabalardan korkmuyor. Sitedeki komşularımızla arkadaş bu sene de. Arada karşı komşumuz Ülkü Teyze'ye gidiyor sohbete. Dolaşmaya çıktığımızda sokaktaki her eve selam veriyoruz. Yıllardır konuşmadığımız komşularla konuşur olduk sayesinde. Bazen selamlaşmakla kalmayıp balkonlarına oturmaya ve sohbete de geçiyoruz. Sitedeki çocuklarla kaynaşmaya başlamadı henüz. Parka gittiğimizde ve bisikletle dolaşırken bir çocuk gördüğümüzde bazen ilgisini çekse de pek yanaşmıyor şimdilik. Benimle oynamak ve vakit geçirmek hala daha çekici ve güvenli geliyor ona sanırım. Ama biliyorum ki gün gelecek arkadaşlarını bırakıp eve gelmek istemeyecek benim bir zamanlar olduğum gibi.  Sanırım şu andaki durumun tadını çıkarmalıyım bu yüzden. Hem yaşayarak hem de anlatarak...

İlk okul yılının ardından


Demir ilk okul yılını bir ay önce tamamladı. Onun için evden, bizden, Hamdiye Ablası'ndan ayrılmak kolay olmadı. Kendinden başka çocukların olduğu bir ortama alışmak da. Öğretmenlerinden aldığımız bilgilere göre (daha önceden de yazdığım gibi) ilk bir ay herkesi ve her şeyi bir kenardan izleyen Demir daha sonra yavaş yavaş etkinliklere katılıp oyunların keyfine varmaya başladı. Öğretmenlerine, okuldaki sisteme alıştı. Almanca'yı sevdi, öğrenmenin keyfine vardı. Fakat bir tarafı da hep biraz uzak kaldı. Hafta sonlarını iple çekti. Sabahları uyanınca "bu gün okul günü mü, tatil günü mü?" oldu ilk sorusu. Okulun kapanmasına bir gün kala okula giderken arabada "Yarın okul taaatillll" diye şarkılar söyleyerek okula veda etti.

Bizim için de başlarda zor oldu. Ben onun evdeki varlığına çok alıştığım için yokluğunu yadırgadım gündüzleri. Ama bu sayede tezimi bitirebildim. "Acaba alışacak mı? Mutlu mu? Keyif alıyor mu, yoksa canını sıkan bir şey oluyor mu?" soruları kafamı sık sık meşgul etti. Her gün okuldan aldığımda bu soruların cevabını aradım gözlerinde. Neyse ki çoğu zaman olumluydu gördüğüm cevap. Okul seçimi için okul okul dolaşmamıştık Can'la. Tezlerim için veri toplarken birçok anaokulu gezdiğimden ne isteyip ne istemediğimi az çok biliyordum. Eve yakın birkaç anaokulunu da görmüş ve beğenmemiştim farklı sebeplerle. Can'ın iş arkadaşlarından duyduğumuz, Almanca öğretildiği için kendimize yakın hissettiğimiz, ama evimize çok yakın olmayan, kriterlerimizin çoğunu karşılayan okula gidip müdür yardımcısı ile gördüğümüzde de  beğenmiş ve kararımızı hemen vermiştik. Bu ilk yılın sonunda bu kararımızda yanılmadığımızı anlayıp mutlu oldum ben de. Her sabah içim rahattı Demir okula giderken. Demir'in ilk öğretmenleri, Serpil ve Burcu Öğretmen, çocukları seven, onlarla vakit geçirmekten keyif alan, onları anlayan  ve ilk olmanın önemini bilen pırıl pırıl iki öğretmendi. Demir onları çok sevdi ve onlar sayesinde de okulunu. Birkaç gün önce sorduğumda okulu özlediğini söyledi; okulun açılmasına kaç gün kaldığını sordu; "iki ay" cevabına karşılık "yani kaç hafta?" diye merak etti. Anlaşılan tatil okuldan sonra o kadar da eğlenceli gelmedi ona.

7 Haziran 2016 Salı

Demir Bodrum'da- 2

Tatilimizin üçüncü günü çok rüzgarlı bir sabaha uyanınca sahile inmemenin ve denize girmemenin en iyisi olacağına karar verdik. Otelimizin sahibinin Yalıkavak'ta işi varmış; bizi de götürmeyi teklif etti. Ama Demir istemeyince biz de  Akyarlar'da kalıp sahilde dolaştık. Teknelere baktık, denize taş atma yarışı yaptık. Demir'in hediye almak istediği magnetleri aldık. Oteldeki öğlen uykumuzun ardından (ben de arada kestirdim fırsattan istifade) yemeğimizi otelin terasında yedik. Sonra da Bodrum'a gittik. Güneş yine biz minibüsteyken yüzünü gösterdi. Bodrum'a vardığımızda güzel bir hava bizi karşıladı. Biz de rahat rahat gezdik. Bodrum yine cıvıl cıvıl, eskiye oranla daha az olsa da kalabalıktı. Önce limanın kenarındaki çay bahçelerinden birinde oturduk. Bir gün önce pastaneden aldığımız kurabiyelerimizi yedik. Sonra limandaki teknelere baktık ve çarşıyı dolaştık. Her Bodrum ziyaretinde uğradığımız Penguen Cafe'de oturup Bodrum Kalesi ve deniz manzarasının tadını çıkardık, güneşin batışını seyrettik. Bir şeyler atıştırıp, sonrasında tabii dondurma yedik. Çarşının içinden minibüs duraklarına yürüyüp minibüsle otelimize döndük Demir için geç sayılabilecek bir saatte.

Perşembe sabahı en sonunda hava güneşli ve pırıl pırıldı.  Biz de tüm günü kumsalda geçirebildik. Demir öğlen uykusunu bile odaya şezlongda uyudu. Denize girdik. Bol bol kumla oynadık; çukurlar açtık, kaleler yaptık.  Akşam Demir yine Bodrum'a gitmek istedi. Daha geç bir saatte gidince bu sefer çay bahçesinde oturamadık. Ama güzel bir pizzacı keşfettik ve lezzetli bir pizza yedik. Ardından da tatlı. Otele döndüğümüzde Demir geç yatma rekorunu kırdı. Ama akşam hiç rahat uyuyamadı, sürekli uyandı. Ertesi sabah neyse ki biraz geç kalkıp arayı kapattı. 

Tatilimizin son gününde hava yine rüzgarlıydı. O akşam dönecek olduğumuz için havaya güvenemedim, kumsala gitmeyip yine biraz dolaştık. Bavulumuzu yaptık. Otelin boş olmasından istifade edip odayı Demir'in öğlen uykusundan sonra boşaltıp havaalanına gitmek üzere servise binmek için Turgutreis'e gittik. Serviste benim yine uykum geldi. Engel olamadım, uyumuşum. Demir de söylediğine göre etrafı seyretmiş. Rötarlı uçağımızla İstanbul'a geldiğimizde ikimizde yorgun ama eve döndüğümüz için mutluyduk.

Bodrum tatili yazlık maceralarımızı saymazsak Demir'le ilk baş başa tatilimiz oldu. Bazen çok zorlansak da genel olarak iyi geçirdik sanırım. Demir yeni yerler gördü. Gezmeyi, dolaşmayı sevdiğini yine gösterdi. Bazen çok söylendi. Böyle durumlarda "çocuk gördüğünü yansıtır" sözü aklıma geldikçe canım sıkıldı, "acaba ben de mi bu kadar çok söyleniyorum da benden mi görüyor?" diye düşünüp üzüldüm. Hayvanlardan korkmazken oteldeki kedi ve köpeklerden korktu. Bu korkusu özellikle  yemek saatlerinde kediler bizim masamıza yaklaştıkça bizi zorladı. Bir de ayakkabıyla kumlarda yürümekten, ayakkabısına kumların dolmasından hoşlanmadı. Minibüs ve servis yolculukları doğal olarak ona uzun geldi. Bu yolculuklarda genellikle benim kucağımda onca yolu gitmekten hoşlanmadı. Oteldeki çalışanlarla, minibüslerdeki teyzelerle ve amcalarla, lokantalardaki garsonlarla bol bol muhabbet etti. Otelde çalışan bir ablayla o kadar kaynaştı ki yemeklerden sorumlu bu ablaya kendisi için mantı ve sigara böreği yaptırttı. Hamura ve tatlıya doydu. Ben de bu sefer yemek konusunda fazla rahat davrandım galiba. Sabah kahvaltılarına dikkat edip gerisine karışmamaya çalıştım tatsızlık çıkmasın diye. Ben ona "Benim küçük tatil arkadaşım" dedikçe hem güldü, hem de "benim büyük tatil arkadaşım" diye bana cevap verdi. Ben otelde tek olmamızdan ve geceleyin otele dönerken geçtiğimiz yolun ıssızlığından ürksem de bu duygumu Demir'e hissettirmemeye çalıştım ve ilk birkaç günden sonra alıştım. Bodrum'da olmaya, daha önceden annemle dolaştığımız yerlerde dolaşmaya ve anıların canlanmasına da alıştım biraz; gözlerim daha az dolar oldu ilk iki günden sonra. Fark ettim ki özlediğim Bodrum'un kendisinden çok orada yaşadıklarım, onların bende hissettirdikleri ve oradaki benmişim. O birbirine bağlı ailem, o güvenli-kalabalık günler, o rahat- eğlenceli-huzurlu ben. Bu tatilde eski anılar Demir'le oluşturduğumuz yeni anılarla birleşti ve Bodrum yeni bir anlam kazandı benim için.

Halikarnas Balıkçısı
"Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin.
Senden öncekiler de böyleydiler.
Akıllarını hep Bodrum'da bırakıp gittiler. "
diye yazmış. Demir de ben de Bodrum'a gittiğimiz gibi dönmedik oradan. Demir havaalanında "ne zaman yine geliriz Bodrum'a?" diye sordu, "Seneye yine geliriz" diye cevap verdim. Anlaşılan ikimizin de aklı kaldı orada bu tatilin sonunda.  

Demir Bodrum'da-1

Tezimi bitirmek için çalıştığım son günlerde o kadar sıkılmıştım ki bir tatilin hayalini kurmaya başlamıştım. Herhangi bir tatilin değil ama. Bodrum'da, hatta Akyarlar'da bir tatilin. Uzun bir zaman her yıl ağustos aylarında 15 gün, bazen de mayıs ayında annem, babam, ağabeyim ve ben oradaki devre mülke giderdik. Oranın denizini, havasını çok severdim, çok özlemiştim ve oraya gitmek bana iyi gelecek gibi hissediyordum. Kalabalıktan uzak olabilmek için mayısın son haftasına denk getirecek şekilde uçak biletlerimizi ve otel rezervasyonumuzu yaptım. Can gelemeyeceği için Demir'le ikimiz gidecektik. Başlarda çok hevesli ve cesaretliydim. Tatil yaklaştıkça düzelmeyen havalar biraz hevesim kaçırdı, Demir'in huysuzlaşabileceği fikri de cesaretimi kırdı. Ama yine de iki hafta önce pazartesi sabahı bir hayalin peşinde gittik Demir'le Bodrum'a.

Uçakla Milas'a vardıktan sonra havayolunun servisiyle Turgutreis yollarına düştük. Demir'in de benim de uykum gelmişti, bu yüzden yolculuğun bir kısmını uyuyarak geçirdik. Turgutreis'ten de minibüsle Akyarlar'a vardık. Otelimizi Akyarlar'ın girişinde gibi hatırlıyordum, fakat daha ilerdeymiş. Büyük bir bavulu kumlarda itmenin ne kadar zor olduğunu deneyimledikten sonra otelimize vardık. Otelin sahibi bir bana bir Demir'e bakıp "Demir Bey gelmedi mi?" diye sorarak bizi karşıladı. Demir'i görünce kısa süreli bir şaşkınlık yaşadı. Sanırım anne ile küçük bir çocuğun tatile gelmesi pek rastladıkları bir durum değildi. Oteldeki tek misafirler olarak odamıza yerleştik. Demir denize girmek için çok hevesliydi. Bu yüzden rüzgarlı havaya aldırmadan mayolarımızla hemen otelin önündeki kumsala attık kendimizi. Demir'in simidini, kovasını ve oyuncaklarını da unutmadık tabii. Biraz oynadıktan sonra denize girdik. Fakat su gerçekten soğuktu; Demir'in hiç hoşuna gitmedi. Tam tersine benim de çok hoşuma gitti. Bu yüzden onu kurumaya bırakıp ben biraz daha yüzdüm. Otelde öğle yemeğimizi yedikten sonra biraz daha oynadık. Akşam yemeği için annemlerle daha önceden gittiğimiz pideci vardı aklımda. Minibüsle oraya gittik. Babamı yakından tanıyan pidecinin sahibi yıllardır görmemiş olduğu halde beni tanıyarak beni şaşırttı. Demir'le sohbet etmeyi de ihmal etmedi. Demir  o kadar çok yorulmuş ki akşam çabucak uyuduk. Saatinde uyuduğu tek akşam da bu oldu. Bense gün içinde bol bol gözlerim dolduğu, hatta bazen de ağladığım için acaba doğru yaptık mı buraya gelmek ile diye düşündüm. Sanki bir köşeden annem, Gül Teyze, Sedat Amca çıkacak, "hadi akşam şuraya yemeğe gidelim!" diyecekler ya da ellerinde aldıkları örtülerin torbalarıyla belirip hevesle bana gösterecekler gibi hissetim tüm gün. Minibüste, pidecide, sahilde, çay bahçesinde, her köşede bir anı. Onları düşünürken uyumuşum.   

Ertesi sabah otelde kahvaltımızı ettikten sonra sahilde biraz yürüdük. Denizin kenarındaki evlere baktık, otelleri inceledik. Demir denize taş attı.  Sonrasında kapalı ve rüzgarlı havaya aldırmadan Akçabük'ün plajına gittik. Benim hatırladığım plaj değişmiş bir 'beach' olmuştu. Ama sezon daha başlamadığı için de bir 'beach' görünümünden çok uzaktı. Kumlarla oynadık, su çektik. Deniz yine soğuktu; Demir girmek istemedi, bense istediğim kadar giremedim. Akşam Turgutreis'e gideceğimiz için fazla gece kalmadan otelimize döndük. Hava biraz açtı, güneş yüzünü gösterdi biz yoldayken. Turgutreis bomboştu. Bu ıssızlık beni hem şaşırttı hem de hüzünlendirdi. Eski canlılığını özlemiştim. Neyse ki her gittiğimizde mantı yediğimiz lokanta değişmemişti. Onu bulup karnımızı doyurduk. Dondurmacı da değişmemişti, dondurmalarımızı da afiyetle yedik. Sahilde biraz yürümek istesek de rüzgar çıkmıştı yine. Biz de otelimize dönüp sakin bir şekilde ikinci günümüzü sonlandırdık.

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Bir Anneler Günü'nün ardından

Küçükken Anneler Günü'nü çok severdim. Anneme renkli renkli, kalpli, çiçekli kartlar hazırlardım. Biraz daha büyüdükten sonra çiçekler, hediyeler alırdım. Sabah erkenden kalkar kahvaltı hazırlardım. Daha büyüyünce dışarıda kahvaltıya veya yemeğe gittik kalabalık olarak. Annem de mutlu olurdu. O da severdi Anneler Günü'nü ve az da olsa şımartılmak hoşuna giderdi.  Onsuz ilk anneler günü benim ilk anneler günümdü. Bir haftalık Demir kucağımda bütün gün ağlamıştım. Akşam Can çok önceden bilet almış olduğu önemli bir basketbol maçına gittiğinde ikimiz evde tek başımıza kalmıştık ve Demir bütün akşam hiç susmadan ağlamıştı bana eşlik ederek. Sanırım o gün küstüm bu güne. Anlamsız gelmeye başladı. Annesi olmayanları, anne olmak isteyip de olamayanları anne olanlardan daha fazla düşünmeye başladım kendim anne olsam da. Tanıdığım annelerden bazılarını aradım anneler gününü kutlamak için, ama biraz da mecburiyetten. Televizyondaki reklamlara tahammül edemedim, sosyal medyada annesiyle fotoğraf paylaşıp yazı yazanlara sinirlendim, facebooka birkaç gün girmemeye çalıştım bu paylaşımları görmemek için. Bu sene ise Demir'in okulda anneler gününü öğrenmesi ve kutlamak için heveslenmesiyle gardım düştü biraz.

Geçen hafta pazartesi akşamı Demir babası eve gelince onunla bir konuşma yapması gerektiğini söyledi. Neyle ilgili konuşacaklarını sorduğumda 'anneler günü' cevabını almak beni şaşırttı.  Babası gelir gelmez onunla konuşma yapması gerektiğini ona da söyleyip onu arka odaya götürdü. Kapıyı da kapatıp konuşmalarını yaptılar. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle çıktı odadan, anladım ki planlar hazırdı. O gün bir sempozyuma katılmam gerekiyordu. Sempozyumdan sonra da yemek vardı. Bu yüzden sabahtan kahvaltı etmeye gittik birlikte (Can'ın annesinin evine dönmesiyle üç kişilik halimize geri dönmüştük bir gün önce). Hediyemi ve kocaman öpücüğümü aldım. Erkenden gittiğimiz restorandan etraf çocukları ve torunlarıyla anneler gününü kutlamaya gelmiş annem yaşlarındaki teyzelerle dolup gözlerimi fazla yaşartmadan erkenden kalktık. Ben sempozyuma gittim. Can ile Demir de önce tiyatroya, sonra mantıcıya, oradan teyzelere, ardından Migros'a ve en sonra da eve gittiler. Sanırım yavaş yavaş barışacağım bu günle. Hep biraz eksik olacak olsa da.

Demir 4 yaşında

Demir artık 4 yaşında, bir yaş daha büyüyüverdi. Bu doğum gününü öncekilerden farklı olarak iki defa kutladı. İlk kutlamasını okulda arkadaşları ve öğretmenleriyle yaptı.  Günler öncesinden pastasını ve süslerini seçti ve hevesle partisini beklemeye başladı. Partisinde başına tacını takmış, kral koltuğu gibi bir koltuğa kurulmuş, arkadaşlarının onun için yaptığı resimleri kabul etmiş, öğretmenleriyle yarış pisti şeklindeki pastasını kesmiş, hep birlikte keyifle yemişler ve bol bol dans etmişler. Aileleri doğum günü partisine almadıkları için biz bunları okulda çekilen fotoğraflardan ve Demir'in anlattıklarından öğrenebildik. Birkaç gün sonra da evde kendi kutlamamızı yaptık. Demir bu doğum günü için de başka süsler seçmişti. Babasıyla bir güzel evi süslediler. Babaannesi zaten bizdeydi; Hasan dedesi, Lemi dedesi, İlser teyzesi, büyük ve küçük dayısı ve büyük yengesi geldiler. Demir hediyelerini açtı, geçen seneki doğum gününde olduğu gibi kimseyle fotoğraf çektirmek istemedi. Pastasını benimle üfledi ve afiyetle yedi. Ailemiz tam olarak bir araya gelememiş olsa da güzel bir anı olarak kaydettik bu doğum gününü de belleklerimize. Demir de artık dört yaşında olduğunu söylemeye başladı bir yaş daha büyümüş olmanın onda hissettirdiği gururla.

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Dört kişilik hayat

Okulda aile konusunu konuştukları zaman Demir bizim evdeki kişi sayısı ile arkadaşlarının evlerindeki kişi sayısını karşılaştırıp kim daha kalabalık bir aileye sahipmiş diye hesaplamalar yapıyordu. Bizim üç kişilik ailemiz ona küçük geliyordu, daha kalabalık bir aile istiyordu. Yaklaşık bir ay önce istediği oldu ve biz evde dört kişi olduk. Can'ın annesi geçirdiği bypass ameliyatı sonrasında bizde kalmaya başladı iyileşme sürecini geçirmek için. Demir başlarda bu durumu yadırgadı biraz. Sonra alıştı. Biz de onun alışabilmesi için onun düzenini çok değiştirmemeye çalıştık, ama tabii evde bazı şeyler değişti. En çok yemek alışkanlığımız değişti. Daha önceden hep mutfaktaki küçük yüksek masamızda yemeklerimizi yerken artık salonda yiyoruz. Bu da bir sofra hazırlama ritüeli oluşturdu evde. Akşam yemeklerinden önce tabakları, çatal ve kaşıkları, bazı yemekleri salona taşıyan yardımcım oldu Demir. Bu durumdan çok hoşnut. Babaannesine  de yardım ediyor bazen. Onun üflemesi gereken toplarını ona veriyor okuldan döndükten sonra, şekerini ölçmesini hatırlatıyor, suyunu götürüyor. Demir hafta sonlarında gezmeye alışık olduğu için Can'la günleri bölüşüp birimiz onunla gezerken diğerimiz babaannesiyle evde oturuyordu. Ama bu hafta sonu Can'ın yurt dışında olması gerekince Demir gezemedi ve evde sıkıldıkça huysuzlandı, zor anlar yaşattı. Babaannesinin yanında bazen davranışları değişiyor. Bu durumlarda daha toleranslı olmaya çalışıyoruz. Ama her zaman başarılı olamıyoruz ne yazık ki,  ve de çok zorlanıyoruz. Ama genel olarak alıştık dört kişilik hayatımıza. Yakında bitecek olsa da...

6 Nisan 2016 Çarşamba

En hızlı yarışçı

Demir okula başladığından beri genelde sabahları babasıyla okula gidiyor, akşamüstleri benimle eve dönüyor. Benim dersimin ve Can'ın toplantısının olduğu günler hariç. Bizim dönüş yolculuklarındaki sohbetlerimiz ağırlıklı olarak arabalar ve motorlarla ilgili oluyor. Demir'e göre ben iyi ve hızlı araba kullanıyorum. O yüzden benim iyi bir yarışçı olduğumdan bahsediyoruz. O bazı arabaları geçmemizi istiyor, ben trafik ve kurallar izin verirse geçiyorum,  vermezse neden geçemeyeceğimizi, kuralları anlatıyorum. Böyle durumlarda Demir arabaya kanat yapacağını veya bana bir yarış arabası ya da motor alacağını; bu sayede çabucak eve gidebileceğimizi söylüyor. Ve başlıyoruz arabanın veya motorun rengine, markasına ve modeline karar vermeye, motor kıyafetlerimizin ve kaskımızın rengini belirlemeye. Geçen gün bunun için motor dergisi alıp resimlerine bile baktık. Bir ara Demir üniversiteye onu motorla benim götüreceğimi söylüyordu ki her defasında kahkahalarla gülüyordum o sahneyi gözümde canlandırıp. Eskiden çok istiyordum motor kullanmayı. Bunun için gittiğim kursta motordan kötü bir şekilde düşünce erteleledim bu isteğimi bir süreliğine. Şu anda ehliyet sınavına hazırlanmak bile zor geliyor. Şimdi ben Demir'in en hızlı yarışçısıyken belki gün gelir o benim en hızlı yarışçım olur da gezdirir beni motoruyla...

5 Nisan 2016 Salı

Demir Barselona'da - 3.gün

Tatilimizin son sabahına Parc de la Ciutadella'de başladık. Kocaman parkta dolaştık. Demir hem oyun parkında oynadı hem de dallardan kılıçlar yapıp bizi yakalamaya çalışarak bizi hayretler içinde bıraktı (nereden öğrendiğini bilmediğimiz bu oyunlar başka bir yazının konusu). Parktaki çeşmenin tepesine tırmandık Demir'le. Oradaki at ve aslan heykelleri ve çeşmedeki ördekler Demir'in çok ilgisini çekti. Sonrasında rotamızı eski şehre çevirdik. Demir katedrali göremeden uykuya daldı. Biz de hem eski şehri, Barri Gotic'i, gezdik hem de Barselona'nın tatlılarının tadına baktık. Demir'e pasta almayı unutmadık tabii. Belediye ve meclis binalarının bulunduğu meydandan geçip tekrar La Rambla'ya çıktık. Hepimizin karnı acıkmıştı; yerel bir lokantada tapas ve sangria ile vedalaştık. Sonrasında Demir'e söz verdiğimiz üzere teleferiğe binmek için yola çıktık. Yaklaşık 1,5 saat sıra bekledikten sonra teleferiğe binip şehrin üzerinde yükselerek Montjuic'e tırmandık. Oradan şehri seyrettik ve bol bol fotoğraf çektik. Sonra otobüsle tekrar şehre inip sahile gittik. Demir bir kez daha kumlarla oynadı ve denizle vedalaştı. Ben teleferik sırasında yediğim rüzgarın etkisiyle hem üşümeye başladım hem de dayanılması güç bir baş ağrısı çekmeye başladım. Bunun üzerine kendimizi en yakındaki rahat yemek yiyebileceğimiz bir İtalyan lokantasına gittik. Orada biraz daha iyi hissetmeye başladım ve yemeklerimizi yedik. Sonrasında da otelimize döndük. Tatilimizin son günü biraz keyifsiz bitmiş oldu böylelikle.

Ertesi gün uçağa bindiğimizde Demir'le gezmek gittikçe zorlaşıyor diye düşünüyordum. Eskiden arabasından etrafı seyrederdi, bir tek yemeklerde bizi zorlardı. Şimdi ise yemeklerini daha rahat yiyor, biz de çok üstüne gitmemeyi öğrendik zamanla, o yüzden bu konuda bir sıkıntı yaşamıyoruz. Fakat her sözün içinde artık. Can'la konuştuklarımızı merak ediyor, arabasında dolaşmak istemiyor sık sık, kendi istediği yerlere gitmek istiyor. Bunlar da bizi zorluyor zaman zaman. Ama tüm zorluklara rağmen keyifli Demir'le gezmek. O yüzden fırsat buldukça gezmeye devam. Ve tabii yazmaya da....

18 Mart 2016 Cuma

Demir Barselona'da- 2. gün

Tatilimizin ikinci gününe erkenden başladık. Mısır gevreği, sürme peyniri ve nutella gibi normalde yemediğimiz ürünleri tükettiğimiz kahvaltımızı odamızda edip kendimizi yollara vurduk. Güneşli güzel bir havada La Sagrada Familia'ya vardık. Çocuklu olmanın avantajıyla sıra beklemeden kiliseye girebildik. Dışının görkeminden, heykellerin hem yapı hem de anlam olarak fazlalık ve güzelliğinden, içinin ise renkli mozaik camları ve farklı heykelleriyle büyüleyici atmosferinden etkilendim.  Tamamlanması için daha 10 sene varmış, ama şimdi bile gözalıcı bence. Kilisenin tarihini anlatan müzeyi de gezdikten sonra Barselona'yı bize ve Demir'e hatırlatacak küçük hediyeler alıp oradan ayrıldık. Hemen karşısındaki binanın üzerindeki FCB harfleri dikkatimi çekti.  Boş bulunup Can'a göstermem ile birlikte kendimizi Barselona takımının forma, tişört vs.sinin satıldığı mağazada bulmamız bir oldu. Ve Demir ile Can kendilerine ne alacaklarına bir türlü karar veremeyince orada uzun süre kaldık. Çıktığımızda karnımız acıkmıştı. Bir parkta oturup bir şeyler atıştırdık. Demir ise güvercinleri kovaladı. Bir ara dört ayak pozisyonunda peşlerinde dolaşıyordu. Onu o parktan uzaklaştırmak kolay olmadı. Neyse ki şehirde yeşil alanlar ve parklar çok olduğundan yine parka gidebileceğimizi söyleyip yolumuza devam ettik.   Çoğu Gaudi'nin imzasını taşıyan Modernista binalarının olduğu caddelerden geçtik. Passeig de Gracia modernliği ve binalarının yapısıyla hoşumuza gitti. Gaudi'nin bu cadde üzerindeki eseri Casa Batlio şimdiye kadar gördüğümüz en pahalı müze olarak (giriş 22 Euro) aklımıza kazındı. Her  ne kadar içini merak etsek de zaten Parc Güell'de Gaudi'nin eserlerini yakından göreceğimizi düşünüp dışında fotoğraf çekmekle yetindik. Demir bu sırada uykuya yenik düşmüştü. Biz de Parc Güell'e doğru yola çıktık metroya binip. Metrodan indiğimizde bizi dimdik yokuşlar karşıladı. Tırmandık, tırmandık ve tırmandık. Demir'in arabasıyla bu hiç kolay olmadı. Tepeye ulaştığımızda bizi merdivenler karşıladı. Tam söylenmeye başlayacakken yemek almak için son şansımızı belirten bir yazı gördüm. Merdivenlerin karşısındaki küçük kafe tarafından yazılmıştı. Biz de bu fırsatı değerlendirip sandviçlerimizi alıp merdivenleri tırmandık. Veee sonunda parkın içindeydik. Fark ettik ki parka yanlış yoldan gelmiştik (zaten o kadar yokuş ve merdiven çok anlamsızdı). Şehrin tepesine çıkmıştık, ama çok açtık, manzarayı bile görecek halimiz yoktu. Hemen sandviçlerimizi yedik. Demir kuşlarına kavuştu ve kovalamaca oynamaya devam etti. Çocuk parkında da biraz oynadı. Ben de geri kalmadım. Şimdiye kadar hep ben Demir'i salıncakta sallamışken bu sefer o beni salladı biraz. Sonra karnımız doymuş ve dinlenmiş bir şekilde Barselona'yı tepeden seyrettik. Gaudi'nin eserlerine doğru parkın içinde yokuş aşağı yol aldık. Parkın bazı yerleri biletli bazı yerleri ise ücretsizdi. Ayrımı ve sebebini bir süre çözemedik. Çözdüğümüzde ise ancak bir saat sonraya bilet alabiliyorduk. Beklemek zor olacaktı. Oyüzden Gaudi'nin eserlerini, özellikle de kertenkelesini yakından göremeden oradan ayrıldık. Bu durumdan hiç memnun olmayınca biraz söylendim. Demir de kertenkeleyi merak ettiği için biraz söylendi. Ama çabuk toparlandık. Oradan metroyla La Rambla'ya geçtik. Bu uzun caddeyi boydan boya dolaştık. Pazar yeri olan La Boqueria'yı gezdik. Renk renk sebzeler, meyveler, yemekler çok hoşumuza gitti. Demir'i mangoyla tanıştırdık. Kitabımızda gördüğüm pasta ve çikolata dükkanına uğramadan olmazdı. Escriba'da pastalarımızı yiyip dolaşmaya devam ettik. Yol bizi yine sahile, marinaya çıkardı. Hava kararıp biraz soğumaya ve Demir de söylenmeye başlasa da dolaşmaya devam ettik. Metroyla Font Magica'da akşamları gerçekleşen ışıklı gösteriyi izlemeye gittik.  Müzik eşliğinde suların dansı Demir'in çok hoşuna gitti. Babasının omuzlarında keyifle seyretti. Sonrasında da oraya yakın gözümüzün kestiği bir İspanyol lokantasında Can'la ben Sangria esliginde tapaslarımızı Demir ise makarnasını yedi. Geceyi erken bitirip otelimize döndük.

Demir Barselona'da- 1.gün

Demir'e birkaç hafta önce söyleyip, o günden sonra her gün "Ne zaman gideceğiz?", "Orada neler yapacağız?" sorularıyla hakkında konuştuğumuz Barselona tatilimizi geçen hafta gerçekleştirdik. Perşembe sabahı erken saatlerde  havaalanına vardık. Bagaj ve pasaport işlemlerini tamamlayıp kahvaltımızı ettik. Tatilin ilk süprizi uçağımızın rötarı oldu. Bekleme salonundan uçakları seyreden Demir'in keyfi yerinde olsa da hem uykusuzluktan hem de soru cevaplamaktan yorulmuş olan ben ve Can için o bekleme süreci geçmek bilmedi. Yolculuk da öyle. Daha önceki seyahatlerimize göre biraz daha uzun olan bu uçuşta Demir önce çizgi film seyretmek istedi, kulaklıklar erken verilmeyince defalarca hosteslere seslenmeye çalıştı. Sonra kulaklıklar kulaklarını rahatsız edince söylendi. Uykusu geldiği halde uyumak istemedi. Uyumaya direnirken ters bir hareket yapınca kemeri boynuna dolandı ve benim ödümü patlattı. Uyanınca filmden sıkıldı; dergisini beğenmedi ..... Tüm bunlar yüzünden uyuyamayan Can ile benim sınırlarımızı zorladı. Havaalanına indiğimizde biraz sakinleşti neyse ki. Bavullarımızı alıp metroyla otelimize vardığımızda tatilin ikinci süprizi ile karşılaştık. Bu seferki güzel bir sürprizdi. Yurtdışında şimdiye kaldığımız ve bence bundan sonra da kalabileceğimiz en güzel odadaydık. Tatile çıkmadan önce Barselona'yla ilgili pek bir şey okuma fırsatım olmamıştı. Sadece tasarıma meraklı oldukları aklımda kalmıştı bir yazıdan. Tasarım koltukları, heykelleri, tabloları,aydınlatmaları ve desenli yastıkları ile otelimizin lobisi ve 1+1 daireyi andıran odamız bunun en güzel kanıtıydı. Bayıldım. Bu güzelliği kısa bir süreliğine seyredip yemek yemek için dışarı çıktık. Otelin yakınlarında yöresel yemekler yapan bir restauranta gittik. "Tatilde Demir'e 'yemek ye,yemeğini bitir' dememe" kuralımızı koyup paellanın, değişik bir köftenin ve lezzetli bir portakallı kekin tadını çıkardık. Her tatilin ilk günü yaptığımız gibi süt, meyve gibi temel alışverişlerimiz için marketimizi belirledik. Sonrasında da Demir'in çok merak ettiği sahile gittik. Portakal ve palmiye ağaçlarıyla kaplı caddelerden geçerken Demir uykuya daldı. Biz de sahildeki kafelerden birinde özlediğimiz sangrialarımızı içtik. Demir uyanınca da kumlara bıraktık kendimizi. Demir hazırlıklıydı, kovasını ve küreğini getirmişti. Ayakkabılarımızı ve çoraplarımızı çıkarıp soğuk denizin ve kumların tadını çıkardık. Dalgalardan kaçtık, kumdan kale yaptık. Yorulunca bir kafede dinlendikten sonra uzun sahil boyunca yürüdük. Denizi seyrettik, plaj voleybolu oynayanlara baktık. Bir sürü kişinin koşuyor olmasına şaşırdık. Sonrasında tatil boyunca gördük ki bu şehirde koşmanın zamanı ve yeri yok; her zaman her yerde koşan birilerine rastlamak mümkün. Demir'e o gün makarna yiyeceğine dair söz vermiştik. O yüzden bir İtalyan lokantası aradık. Pizza ve makarnanın tadını çıkardık. Yemekten sonra bir tarafımız dolaşmak istese de tüm günün yorgunluğuna yenik düşürek otelimize döndük.  Kumlarımızdan arındık. Demir'in düşmemesi için onun için hazırlanmış çekyatta bavullardan ve yastıklardan bir bariyer oluşturduk. Tasarım odamızda mışıl mışıl uyuduk.

13 Mart 2016 Pazar

Büyük mü, küçük mü?

Bu aralar Demir'in en çok sorduğu soru "Ne için?". Onu büyük ve küçük kavramlarını sorgulayan soruları takip ediyor: "Bu abla benden büyük mü?", "Bu çocuk benden küçük mü?", "Bu abi babamdan büyüktür, değil mi?", "Bu amca dedemden büyük müdür?". Büyük/küçük karşılaştırması genelde yaşa, ama bazen de boya tekabül ediyor. Bazen hangisi olduğunu anlamakta zorlanıyorum. Sanırım kendisine ve çevresindeki insanlara dair geliştirdiği algının bir parçası bu sorular. Yeni tanıştığı birinden bahsederken de o kişiyi tanımlamak için kullanıyor bu karşılaştırmayı. Mesela, bu gün metrobüsle dedesine giderken yanımızda oturan amcayla uzun uzun sohbet etti Demir. Dedesine bunu anlatırken ise amcanın ondan büyük olduğu bilgisini de hemen paylaştı. Genelde bana sorduğu için veya kendisiyle ve babasıyla benden daha fazla ilgilendiği için "bu teyze/abla senden büyük müdür?" sorusuyla çok karşılaşmıyorum. Bir tek Hamdiye Abla'sıyla beni karşılaştırdı, ve benim boyca Hamdiye Abla'nın da yaşça büyük olduğunu öğrenince konuyu çabucak kapadı. Çocuklarla ilgili sorular uzayabiliyor bazen. Eğer karşılaştırdığı çocuk Demir'den küçükse kimden büyük olabileceğini anlamak için tanıdığı diğer çocuklar için de soruyor aynı soruyu: "Peki Bora'dan büyük müdür?", "Sena'dan da mı küçüktür?". Neyse ki bu sorular bir numaradaki "ne için?" sorusu kadar zor değil, beni fazla zorlamıyorlar.

7 Şubat 2016 Pazar

Kız-erkek ayrımı

Demir doğduğundan beri kız-erkek ayrımına hiç girmemeye çalıştık. Hem doğumdan önce hem doğumdan sonra aldığımız giysilerin her renkten olmasına dikkat ettik, bazen mavi giysilerden ve eşyalardan özellikle kaçındık.Oyuncak seçiminde de kız-erkek oyuncağı diye bir ayrım yapmadık.  Araba da aldık, yemek seti de, tamirci seti de, bebek de. Daha önce yazdığım gibi kumbarası ilk dolduğunda içindekilerle pembe çamaşır makinesi aldık istediği için. Geçenlerde de fırın istedi, onu da aldık. Çok güzel oyuncaklar satan ünlü bir oyuncakçıda kocaman harflerle etiketlenmiş 'kız oyuncakları'-'erkek oyuncakları' bölümlerini gördüğümden beri oraya gidesim gelmiyor hiç. Çoğu zaman aile bireylerimiz şaşırdı bu duruma. Babam Demir ona ilk çay pişirdiğinde bardak, tabak gibi oyuncaklarını görüp "doğru mu bunlarla oynaması?"dedi mesela. Bazen tanıdıklarımız Demir'in oynamak istediği oyuncak cinsiyetine uygun kabul edilmeyen bir oyuncak ise "aaa, o kızlara göre" dediğinde Demir şaşkın bakışlarla bize bakardı ' o ne demek? Neden acaba?" dermiş gibi, sanırım bu sözü bizden hiç duymadığı için. Şimdi Demir hem arabalarla oynuyor, hem bebeklerle oynuyor, hem de kekler, yemekler yapıyor oyunlarında. Ama okulla beraber kız-erkek ayrımına vardı. Geçenlerde sohbet ederken pembenin kız rengi olduğunu söyledi. Şaşırıp "erkek rengi var mı?" diye sorduğumda diğer renklerin çoğunu saydı. "Neden pembe kız rengi?"  dediğimde bir açıklama gelmedi. Okulda böyle bir ayrımın öğretmenleri tarafında açık bir şekilde yapıldığını sanmıyorum, bu yüzden kız arkadaşları ağırlıklı olarak pembe giydikleri için böyle bir çıkarım yapmış olabilir diye düşünüyorum. Sadece bununla sınırlı kalır diye umarken birkaç hafta önce Demir mutfakta meyvesini yerken mutfağa girdiğimde bana 
"Buraya sadece erkekler girebilir" dedi. Bu sözün bende yarattığı ve yüzüme yansıyan şaşkınlık onu o kadar etkiledi ki "ama sen girebilirsin" dedi ben daha şaşkınlığımı üzerimden atamadan (mutfakta söylemiş olması biraz ironik durabilir, farkındayım). Bunun üzerine ben de vaazıma başlayıp  kızlar ve erkekler birlikte aynı yerde olup beraber oyunlar oynayabilirler diye anlatmaya başladım. Birkaç gün sonra okuduğumuz bir kitapta okulda erkeklerin ve kızların birbirlerini "bu kız oyunu" -"bu erkek oyunu" diyerek oyuna almadıklarını anlatan sayfayı okuduğumuzda benzer bir vaat verdim, neyse ki kitapta da aynı fikir birkaç sayfa sonra verilmişti. Sonrasında iki erkek-bir kadın olarak yaşadığımız evde birkaç sene içinde gelişebilecek senaryolar geldi aklıma. Sekiz sene erkeklerin çoğunlukta olduğu bir okulda okuduğum için bu senaryoları yaratmam hiç zor olmadı tabii ki.  Ama kararlıyım Demir her bu ayrımı yaptığında bunun gerçekci olmadığını savunmaya ve ona anlatmaya. Umarım çok zorlanmam bu konuda.

5 Şubat 2016 Cuma

Gezmeye devam...

Bol gezmeli tatilimize dün Miniatürk gezimizle devam ettik. Sabah dışarıda kahvaltımızı ederken 'nereye gitsek acaba?' diye uzun uzun düşündükten sonra Miniatürk'te karar kıldık. Rüzgarlı havaya aldırmadan minik camilerin, sarayların, tapınakların, binaların arasında dolaştık. Bunlardan çok Demir'in ilgisini Olimpiyat Stadı,  uçaklar, feribot, gemiler ve teleferik çekti. Çocuk parkında eserlerin olduğu kısımdan daha çok vakit geçirdik. İplere tırmanılarak çıkılan kaydırak favori oyuncağı oldu Demir'in. Etrafındaki çocuklara aldırmadan defalarca tırmanıp kaydı aşağıya. Öğle yemeği için fazla seçenek olmadığından pilav ve yoğurda talim edip evimize döndük. Dönüş yolunda "Demir'e uygun bir seçim olmadı galiba Miniatürk?" diye düşünsem de "önemli olan beraber vakit geçirmiş olmamız ve benim ilgilenmesini beklediğim şeylerle olmasa da Demir'in eğlenmiş olması" diyerek kendimi teselli ettim sürekli mutlu bir şekilde "nasıl tırmandım ama o zor kaydırağa!" diyen Demir'i dinlerken.

Bir günde devr-i İstanbul

Bu hafta havaların düzelmesiyle birlikte biz de yarı yıl tatilinin geri kalanında gezmeye başladık. Demir'i daha önceden tren müzesine götüreceğime söz vermiştim. Salı günü kahvaltıdan sonra düştük Sirkeci yollarına. Arabayla Topkapı'ya kadar gidip oradan tramvaya bindik. Demir tramvaya bineceği için heyecanlıydı, ama karşılaştığı kalabalık onun bu heyecanını söndürdü ne yazık ki. Durakları saya saya vardık Sirkeci'ye. İstanbul Demiryolu Müzesi'nin web sitesinde saat 12:30-13:00 arası öğle tatili olarak belirtilmişti ("dünya üzerinde tek öğle tatili olan müze budur herhalde" diye düşünmüştüm bunu öğrendiğimde, doğru mu bilemiyorum). Biz gittiğimizde saat 12:00'ydi. O yüzden müzeye girmek konusunda tereddüt etsem de şansımızı denemeye karar verdim. Ve iyi ki de öye yapmışız, çünkü dolaşmamız bittiğinde öğle tatiline hala zaman vardı. Tren görmeyi bekleyen Demir belgeler, çalışmayan demiryolu maketleri, yemekli vagonlardaki yemek takımları ve haberleşme aracı vs. ile hiç ilgilenmedi. Makinist kabininin ön kısmı biraz ilgisini çekti; oraya çıkarak kısa bir süre oynadı. Görevli teyzeyle sohbet edip oradan çıktık. Müzeyi iyi araştırmadan farklı beklentiler oluşturmuştum sanırım hem kendimde hem de Demir'de, bu yüzden tren görememiş olmanın hayal kırıklığıyla garda biraz dolaştık ve tren aradık. Demir'in hayal kırıklığını geçirmek için "hadi vapura binelim istersen" deyince neşeyle kabul etti. Eminönü'nden vapura binip Kadıköy'e geçtik. Hava o kadar güzeldi ki dışarıda oturup denizi, martıları ve köpükleri seyrettik. Kadıköy'e vardığımızda yemek zamanı gelmişti. Eskiden hatırladığım bir lokantada yemeğimizi ve tatlımızı yedik. Sohbet ederken Galata Köprüsü ve balıkçılardan konu  açılınca dönüşte onları görmeye karar verdik. Böylece Karaköy'e geçtik vapurla. Galata Köprüsü'nden yürüyerek Eminönü'ne vardık. Demir balıkçılara baktı, bazılarıyla "ne yapıyorsun ağabey?" diyerek sohbet etmeye çalıştı, kovalarını denetledi ve vapurdan martılara atamadığı simitleri köprünün üzerinden atmaya çalıştı. Eminönü'ne vardığımızda Demir'e kalsa daha eve dönmeyecek, Gülhane Parkı'nı da dolaşacaktık. Gülhane Parkı'nı Sultanahmet'le birleştireceğimiz gezimizi ilkbahara erteleyip tekrar tramvaya binerek Topkapı'ya döndük. Demir o kadar yorulmuştu ki tramvayda onu uyanık tutmak hiç kolay olmadı. Her ne kadar yorulmadığını ve uyumayacağını söylese de arabaya biner binmez gözleri kapandı İstanbul'u güzellikleriyle, gariplikleriyle ve zorluklarıyla yaşadığı bir günün sonunda.

29 Ocak 2016 Cuma

İlk yarıyıl tatili

Geçen hafta cuma günü akşam yemeğinde "15 gün okul yok, ne güzel!" diyerek Demir'in başlatmış olduğu okul hayatının ilk yarıyıl tatilinin ilk haftasını geride bırakmak üzereyiz. Bu haftaya iki sinema filmi bir de müze gezisi sığdırdık. İlk olarak pazartesi günü 'Karlar Kralı Norm'a gittik. Daha önceden Demir iki defa babasıyla sinemaya gitmişti, benimle ilk defa gitti. O gün kar beklendiği için ve biz de ilk seansı tercih ettiğimizden sinema salonunda sadece ikimiz vardık. İki kişilik koltuklarımıza yayılıp keyifle izledik filmimizi. Filmden önce ve film arasında görevli ağabeyle 'abiii, neler yapıyorsun bakalım?" ile başlayan sohbetler etmeyi ve evden getirdiğimiz patlamış mısırlarımızı yemeği ihmal etmedik tabii.Demir korktuğu zamanlarda hep yaptığı gibi arada sırada elleriyle gözlerini kapatsa da genel olarak film yaşına ugundu ve hoşuna gitti. Filmden çıktığımızda dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Böylece gümün geri kalan kısmını evde geçirip arada kar oynamak için dışarıya çıkmaya karar verdik. Diğer filmimiz ise bu gün gittiğimiz "Köstebekgiller: Gölgenin Tılsımı"ydı. Bu sefer oldukça kalabalık ve film sırasında bol bol konuşan bir grupla seyrettik filmimizi. Arada sırada yine gözlerini kapatsa da film oldukça ilgisini çekti. Özellikle lunapark sahnesinden hoşlandı ve ne zaman oradaki oyuncaklara binebileceğini merak etti. Film arasında da koltukların arasında kovalamaca oynayan ve ışın kılıçlarını birbirlerine sallayan çocukları inceledi. Filmin bazen televizyonda seyrettiği Köstebekgiller'den daha farklı olduğunu söylese de ben hiç seyretmediğim için bir yorumda bulunamadım. Daha çok bu tür bir kalabalıkla film seyretmeye zaman içinde alışabilir miyim diye düşünerek geçirdim zamanımı. Bir de Demir gibi ben de lunaparktaki sahneden sonra "o ne zaman bu oyuncaklara binebilir de ben de onunla binebilirim acaba?" diye hesaplamalar yaptım.
Demir bu ayki Meraklı Minik dergisini okuduğundan beri müzeye gitmek istiyordu. Daha önce onunla gezdiğimiz müzelerde çektiğimiz fotografları ona göstersek de sanırım o zamanları hatırlayamadığı için bu konuda ısrarcıydı. Bunun üzerine biz de  Çikolata Müzesi'ne gittik. Çikolatadan hayvan heykelleri Demir'in en çok ilgisini çeken eserler oldu. Çikolatadan  camiler, Kız Kulesi, Galata Kulesi ve Boğaziçi Köprüsü görmek benim de çok hoşuma gitti. Çocuk kısmında ise bir sürü değişik pasta vardı, Demir hepsini inceledi. Bir tek Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler canlandırmasındaki cadıyı sevmedi.  Çikolatadan Barış Manço'nun nasıl şarkı söylediğini ise çok merak etti. Tabii bol bol da çikolata yedi.
Bu hafta evin yakınlarından fazla uzaklaşamadık. Önümüzde  yeni maceralar için bir haftamız daha var. Demir Bu sabah "Öğretmenim  bu sabah ne yapıyordur acaba? Uyuyordur herhalde. Arkadaşlarım da geç saatlere kadar uyuyorlardır, değil mi?" diye sordu. Geçenlerde de kar dolayısıyla okula gidemedği bir günde de "arkadaşlarım okulda şimdi ne yapıyorlardır acaba? Oyun oynuyorlardır harhalde" demişti. "Özledin mi."diye sorduğumda yanıtı olumsuz olsa da alışmış olmasının belirtileri bence bunlar ve umuyorum ki tatil sonrası ile yarayacaklar.