29 Haziran 2014 Pazar

-mış gibi yaşam

Herşey sık sık alışveriş yaptığımız marketin sattığı ürünlerin minyatür oyuncaklarını alışveriş sonrası hediye vermesi ile başladı. Biz Demir ekmeği, sütü, yağı vs. öğrensin diye ona bu oyuncaklardan alırken Demir onlarla "mama"cılık oynamaya başladı. Bazen marketci bazen baba oldu; o ürünleri satmaya, almaya veya hayvanlarına yedirmeye başladı. Sonrasında ise mutfak oyuncaklarıyla yemekler pişirmeye; bize ve gelen misafirlere tarhana çorbası, çay pişirip ikram etmeye başladı.  Şu anda ise salonumuzun bir köşesi hayvanat bahçesi, bir köşesi hava alanı, bir köşesi ise gemi. Demir'in odasındaki puf uçak. Bazen ben tamirci-o çırak, o yolcu-ben  hostes. Bazen ikimiz de hayvan bakıcısı olup hayvanları doyurup onlarla uçağa biniyoruz, bazen gemide önce kaptan-tayfa olup dümen sallıyoruz; sonrasında yolcu olup kitaplar okuyoruz denize karşı. Her gün bir hayvan oluyoruz. O sincap-ben ağaçkakan, iki arkadaş tavşan, ben anne köpek-o yavru köpek vs.  Yatağın üstünden kirazlar toplayıp yastıktan yaptığımız gemilerde dalgalarla boğuşuyoruz. Arabaya binip kitapçıya gidip kitaplar alıyoruz. Farklı oyuncaklar kurabiyelerimiz ve meyve sularımız. Birlikte yiyoruz, içiyoruz. Günlük hayatta yaptıklarımızı, tatillerde yaşadıklarımızı ve kitaplarda gördüklerimizi bir araya getirerek gün içinde rolden role giriyoruz. Demir'in rengarenk hayal gücü sayesinde -mış gibi yaşıyoruz.

18 Haziran 2014 Çarşamba

Demir vapurda

Sanırım blogumda bir süre Demir'in ilklerinden bahsedeceğim o birçok ilki bu sıralar yaşadığı için. İlk bisiklet, ilk televizyon deneyimi derken sıra geldi ilk vapur seyahatine.
 


Hem sıcaklar bastırmışken deniz havası alıp biraz serinleyelim hem de Demir'i kitaplarda gördüğü gemilerle tanıştıralım diye bir gezi planladık. Demir'in vapura binmekten hoşlanacağını öngörsek de ne kadar süre ilgisini çekebileceğini tahmin edemediğimizden kısa olmasına özen gösterdik. İstanbul Şehir Hatları'nın Boğaz seferlerinden Çengelköy-İstinye'yi seçtik. Eşimle üniversitedeyken keşfetmiştik  bu hattı. Vapurlar hem Anadolu hem Avrupa yakasında farklı iskelelere uğruyorlar. Biz Bebek'ten biner, Kanlıca'ya yoğurt yemeye gider, sahildeki çay bahçesinde oturur, sonra da Bebek'e geri dönerdik. Demir'le de Arnavutköy'den bindik ve Kanlıca'ya gittik.





Demir denize yakın olmaktan çok hoşlandı, vapurun altından çıkan köpükleri seyretti. Diğer gemileri inceledi ve "başka zaman o gemiye bin" diye gemilere binme isteğini dile getirdi. Fakat rüzgara fazla alışık olmadığından arada gözleri sulandı; bu durumdan rahatsız oldu. Kanlıca'ya vardığımızda iskeledeki kuşlarla oynadı kısa bir süre. Sonra da arabasında uyudu. Biz de onun uyumasından faydalanıp yoğurdumuzu yedik, çayımızı içtik. Sonra Anadolu Hisarı'na yürüyelim istedik. Fakat dar kaldırımlar, bu kaldırımlara park etmiş araçlar ve onların arasından yürümeye çalışırken yanımızdan hızla geçen otobüsler bu yürüyüşümüzü çok zorlaştırdı. Uzun süren stresli bir yürüyüşten sonra kendimizi deniz kıyısındaki lokantalardan birine attık. O kadar yorulmuşuz ki sonrasında Anadolu Hisarı'nda dolaşamadan iskeleye kısa bir yürüyüş yapıp geldiğimiz hatla Arnavutköy'e geri döndük. Vapurda Demir'le birlikte kaptan köşkünde kaptanı ziyaret ettik.


Gidiş-dönüş toplam bir saat süren vapur sefamızı keyifli bir şekilde bitirdik. Darısı daha uzun seyahatlere...

4 Haziran 2014 Çarşamba

Batıyor mu, yüzüyor mu?

Demir'le bir süredir Tübitak'ın Merakli Minik dergisini takip ediyoruz. Geçen sayılardan biri gemiler hakkındaydı. Demir derginin tüm resimlerini merakla inceledi. Ben de ona dergideki bilgileri aktarmaya çalıştım yazıları okuyarak ve resimleri anlatarak. Kısa zamanda kendisi resimleri anlatmaya başladı. Şimdi en sevdiği dergilerden biri bu sayı. 


Dergideki etkinliklerden birinde yerdeki bir leğenin yanına oturmuş olan çocuklar vardı. Bu çocuklar farklı nesneleri suya atıp hangisi batıyor hangisi batmıyor diye inceliyorlardı. Biz bu resim hakkında konuşurken aynı etkinliği biz de yapabiliriz diye düşündüm. Birkaç gün sonra Demir'le pazara gittiğimizde onun seçtiği bir leğen aldık. Balkonda oynamak istiyorduk, fakat İstanbul'da devam eden yağışlı ve rüzgarlı hava buna izin vermedi. Biz de "banyoya oyuncak giremez" kuralımızı bu oyun için kaldırdık ve oyunu banyoda oynadık. Bir sepetin içine farklı nesneler ve oyuncaklar koydum. Anahtar, hayvanlar, oyuncak meyveler, kumaşlar vs. Daha sonrasında Demir'le leğene su doldurduk. Önce birkaç nesne batıyor mu yüzüyor mu diye baktık. Sonra nesneleri leğene atmadan  batar mı yüzer mi diye tahmin etmeye çalıştık. Demir bu oyunu çok sevdi. Bazı nesneleri kepçe niyetine kullanıp leğendeki suları dışarıya boşaltmaya başladı. Bunun üzerine ona başka bir kap verdim. Suyu ve oyucakları farklı nesnelerin yardımıyla bu kaba taşıdı. Sonra o kaptan tekrar leğene. Böyle saatlerce oynayabilirdi sanırım. Ama kıyafetleri çok ıslanınca oyunu sonlandırdık. Bu son zamanlarda artmaya başlayan krizlerden birine sebep oldu, ama sonra tekrar oynayabileceğimizi söyleyince Demir sakinleşti. Biz de üstümüzü değiştirip oyuncaklarımızı kurumaya bıraktık.


O günden beri Demir sık sık bu oyunu oynamak istiyor. Şimdilik evde oynasak da havaların düzelip bu oyunu balkonda oynamamıza izin vermesini bekliyoruz.