26 Mayıs 2015 Salı

Demir Rahmi Koç Müzesi'nde


Havalar güzelleşince daha rahat gezmeye başladık Demir’le. Bazen trafik gözümde büyüse de Rahmi Koç Müzesi için trafikte geçecek zamana değer diye düşünüp bir cuma günü gerçekleştirdik gezimizi. Haftaiçi olduğundan fazla kalabalık değildi müze. Uzun süren turumuza araba motorları ile başladık. Düğmeye basarak motorları çalıştırmak ve arabaların tekerleklerinin bunun sonucunda döndüğünü görmek Demir'in çok ilgisini çekti.Sonra beyaz eşyaların nasıl çalıştığını inceledik. Antika arabalara bakıp teknelerin arasında dolaştık. İtfaiye araçlarını, buharlı traktörleri, faytonları, motosikletleri, bebek arabalarını ve bisikletleri gördük. Zeytinyağı fabrikasının nasıl işlediğini öğrendik. Geçici bebek evleri sergisini dolaştık. Evler aklı uçaklarda olan Demir’in fazla ilgisini çekmese de benim için katlandı.





Sahildeki gemilere baktık. Fenerbahçe vapurunda bir mola verdik. Oradaki küçük  oyuncak müzesi Demir'in çok hoşuna gitse de oyuncaklara dokunamayacağını ve onları alamayacağını kabul etmesi kolay olmadı. Yemek zamanı geldiğinde biraz hayal kırıklığına uğradım. Genelde Demir’le bir yere giderken yemeğini yanımıza alsam da müzede birçok restaurant ve kafe olduğunu internet sitesinden öğrendiğim ve bu müzenin ağırlıklı olarak çocuklara hitabet ettiğini düşündüğüm için “illaki  yemek, en azından çorba bulabilirim” diye düşünüp yemeksiz elmiştik. Fakat Demir’e göre yemek bulmak kolay olmadı.  Sahildeki restaurantta makarna ve yoğurtla yetindik. Neyse ki manzaramız güzel, keyfimiz yerindeydi de bu durumu sorun etmedim. Yemek sırasında Demir’in merak ettiği deniz uçağı da önümüzden geçince keyfimiz ikiye katlandı. Rahatladığımı, dinginleştiğimi hissetim. Oğlum büyümüştü de birlikte iki arkadaş gezmeye başlamıştık artık. Bunu daha sık yapmalıydık.


Sonra turumuza devam ettik. Demir’in merak ettiği uçakları , tren ve tramvayları dolaştık. İçlerine girebilmek Demir’in çok hoşuna gitti. Turumuz boyunca “”bu ne?”, “bu nasıl çalışıyor?”, “bunun niye bacası var?” gibi teknik sorular beni zorladığında yazılı ve görsel olarak hazırlanmış açıklamalar imdadıma yetişti. Detaylı olarak okuyup anlatamasam da kısa basit açıklamalar yapmaya çalıştım.Bazen sadece “bilemiyorum” veya “sonra babanla geldiğimizde ona sorarız” demek zorunda da kaldım. Bu anlarda “keşke lisedeyken biraz ilgilenseymişim bu konularla” diye içimden geçirmedim değil. Turumuzun sonunda gezimizi bize hatırlatacak küçük bir anıyla ve Can’a ufak bir hediyeyle müzeden ayrılmak için hediyelik eşya kısmına uğradık. Ama ne yazık ki orada Demir’e uygun bir oyuncak veya güzel bir  magnet bulamadık. İster istemez “yurtdışında böyle bir müzede kimbilir ne hediyelikler olurdu” diye düşündüm. Ufak bir uçak maketi çantamızda, Demir’in aklı trenlerde ve uçaklarda, benim aklım bebek evlerinde ayrıldık müzeden. Daha sonra Haliç turu yaparken yine uğramak üzere...

21 Mayıs 2015 Perşembe

Demir Autoshow'da

Konuk yazar: Baba

Bu gün Demir'le birlikte Autoshow'a gittik. Tenha olması ve Demir'in arabalara rahatça inip binebilmesi için VIP gününü tercih ettik. Aslında fuara gidişimiz aralık ayındaki beton fuarında kesinleşmişti; o günden beri "Ne zaman bir dahaki fuar?" diyip duruyorduk.

İş çıkışı Demir'i evden aldım. Otopark ve trafik çok yoğun olacağından metrobüsü tercih ettik. Demir metrobüste tek başına arka koltuklara kurulunca zaten oldukça keyiflendi. Autoshow beklediğim üzere nispeten tenha idi. İstisnasız tüm hollere ve markalara uğradık. Beğendiğimiz arabalara bindik, hostes ablalarla sohbet ettik. Toyota standında pickupın üstüne kurulmuş çadır çok ilgimizi çekti ve merdivenden tırmanarak çadıra da girdi Demir. Birkaç arabaya binip tedirginliğini attıktan sonra gaz pedalına basmaya bile çalıştı; arabalara bindikten sonra kapıları da kapattırarak kendi başına kullandı. Sonrasında bizim standa gittik. Şirketten arkadaşlarımızla sohbet ettikten sonra standdaki kokteyle uğradık. Fakat stand o kadar kalabalıktı ki bizim arabaları istediğimiz kadar kurcalayamadık. Çıkış yolunda Ferrari standına da uğradık. Boş olduğu için Demir tüm şirinliği ile "içeri girebilir miyim?" ve "arabaya oturabilir miyim?" sorularına olumlu yanıt aldı. İlk Ferrari deneyiminin 3 yaşında olması bizleri ileriki yıllarda sıkıntıya sokabilir tabii, şimdiden "gerçek Ferrari istiyorum" istekleri basladı.

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Ada Sefası

İstanbul'un en sevdiğim yerlerinden  biridir Adalar. Fazla sık gitmesek de, görmesek de varlıkları değerlidir benim için. Geçen hafta perşembe günü Can işten izin alınca Demir'i de tanıştırdık onlarla. Daha önceden hiç mayıs ayında gitmediğim için bunu planlarken "acaba, dükkanlar ve lokantalar açık mıdır? Demir'e yemek bulabilir miyiz?" gibi sorular vardı kafamda. Vapura binmek için Kabataş'a vardığımızda bu soruların çok yersiz olduğunu anladım. Bizi iskelede o kadar büyük bir kalabalık karşıladı ki şaşırdım. Demir rahat rahat denizi ve martıları seyredebilsin diye vapurun en üst katında dışarıya oturduk. Simitlerimizi yiyerek yolculuğumuza başladık. Demir'in çok hoşuna gitti. Martılara simit vermeye çalıştı, heyecanla adaların isimlerini sordu, diğer yolcularla da muhabbeti eksik etmedi tabii. Biz de deniz havası aldık. Can bol bol fotoğraf çekti. Arada yerimize oturmaya çalışan ve oturduğumuz yerin önünde durup Demir'in manzarısını kapayan yolculara delici bakışlar attık; keyfimiz kaçmasın diye sesimizi çıkarmamaya çalıştık. Her ne kadar Heybeliada en sevdiğimiz ada olsa da Demir atları görüp faytona binmek istediği için biz de Büyükada'ya gittik. 

Adaya vardığımızda Demir'in uyku saati gelmişti. Sahilde yürüyüp onun arabasında uyumasını bekledik. O uykuya dalar dalmaz da kendimizi sahildeki balıkçılardan birine attık. Güzel hava, yemek ve müzik birleşince iyice keyiflendik. Demir uyanınca neredeyse masamıza çıkacak martılarla çok ilgilendi. Onlarla balığımızı ve ekmeğimizi paylaştık. Sonrasında adada yarım saatlik fayton turumuzu yaptık. Demir atlarla, bizse adadaki yalılar ve köşklerle daha çok ilgilendik :) Mola verdiğimizde faytoncu Demir'i atların üstüne oturttu ve onları sevmemize izin verdi. Fayton turumuzu dondurma sefamız  takip etti. Sonrasında saat 6'yı geçerken tekrar Kabataş vapuruna binip geri döndük. Dönüşte neyse ki vapur kalabalık değildi. Rahat rahat oturup denizi seyredebildik. Ama bütün günün yorğunluğu Can'la benim üstüme çökmüştü; Demir uyusa da biz de biraz kestirsek diye düşünüyorduk. Ama o enerji doluydu. Babasının çektiği resimlere baktı, yolcularla sohbet etti. Bu sırada hava değişmiş, gökyüzünü kara bulutlar kaplamıştı. Kabataş'tan finikülerle Taksim'e çıkıp yemek yemek için bir restauranta girdikten birkaç dakika sonra şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. Saat geç olduğu için yemekten sonra yağmura rağmen dışarıya çıktık.  Birkaç dükkan dışında meydandaki otellerden bazıları da dahil olmak üzere her yer kapkaranlıktı. Sokak lambaları bile yanmıyordu. Biraz stresli bir şekilde Demir'in arabasını hızlı hızlı iterek yolumuzu bulup otoparka vardık. Islanmış olsak da hem yorgunluktan bir an önce eve gitmek istediğimiz için hem de daha önce Taksim'de hiç böyle bir macera yaşamamış olduğumuzdan bu durumun üstünde durmadık. Artık Demir'in de enerjisi tükenmişti; yolda çabucak uyudu. Keyifli bir ada yolculuğunu geride bıraktık böylece.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Demir 3 yaşında


Pazar günü Demir’in 3. yaşını kutladık. Daha önceden Can’ın anneannesinin rahatsızlığı dolayısıyla Demir’in doğum gününü Can’ın teyzelerinde aile içinde kutlamaya karar vermiştik. Ama anneanne düşüp hastaneye kaldırılınca planları değiştirdik. Demir heyecanla doğum gününü beklediği için ertelemedik. Büyük dayı ve yenge, dayı, yenge ve Sena (namı diğer Şeşe), iki dede, babaanne ve Hamdiye Abla’nın katılımıyla sabah kahvaltısı ve pastayla evde kutladık. Daha önceden Demir’le inşaat temasını seçmiştik. Geçen seneden tecrübeli olduğum için Demir’in inşaat makineleriyle resmini içeren poster,  magnet gibi süsleri kolaylıkla temin edebildim. Kahvaltı sofrasını da küçük inşaat makineleriyle süsledim.  Başlarda çekingen davransa da Demir tüm misafirleriyle tek tek ilgilendi. Ama fotoğraf çektirmek istemedi. Bir ara neredeyse herkes elinde bir telefonla, Can da fotoğraf makinesiyle Demir’in pozunu yakalamaya çalışıyordu. Sena’yla da oynama fırsatı oldu ve tabii benim de. Keyifli bir sabah oldu herkes için. Benim keyfimi kaçıran tek şey çekilen resimlerde üçümüzün güzel bir pozunun olmaması oldu. “Daha kutlayacak çok doğum günümüz var nasılsa” diye düşünmeye çalışsam da bozuldum bu duruma.


Arkadaşlarımın çocuklarına veya Sena’ya baktığımda “zaman ne kadar hızlı geçiyor” diye bazen düşünsem de Demir’e baktığımda böyle hissetmiyorum. O yüzden doğum gününde de “doğduğu gün daha dün gibi”, “büyüdüler işte” diyenlere katılamadım ne yazık ki. Zaman geçiyor tabii. Ama her gün yeni bir olay, yeni bir kahkaha, yeni bir gözyaşı, yeni bir deneyimle. Bazen bizi yorarak bazen de eğlendirerek. Hep büyüterek ve değiştirerek.  Ama hızlı mı? Önümüzdeki yılları düşündüğümde emin olamıyorum. Sadece istiyorum ki sağlıkla ve mutlulukla geçsin; Demir’in gülen gözlerine gölge düşürmesin; küçük adamımın daha nice nice mutlu yaşları olsun.