Havalar
güzelleşince daha rahat gezmeye başladık Demir’le. Bazen trafik gözümde büyüse de
Rahmi Koç Müzesi için trafikte geçecek zamana değer diye düşünüp bir cuma günü
gerçekleştirdik gezimizi. Haftaiçi olduğundan fazla kalabalık değildi müze. Uzun
süren turumuza araba motorları ile başladık. Düğmeye basarak motorları çalıştırmak
ve arabaların tekerleklerinin bunun sonucunda döndüğünü görmek Demir'in çok
ilgisini çekti.Sonra beyaz eşyaların nasıl çalıştığını inceledik. Antika
arabalara bakıp teknelerin arasında dolaştık. İtfaiye araçlarını, buharlı traktörleri,
faytonları, motosikletleri, bebek arabalarını ve bisikletleri gördük.
Zeytinyağı fabrikasının nasıl işlediğini öğrendik. Geçici bebek evleri
sergisini dolaştık. Evler aklı uçaklarda olan Demir’in fazla ilgisini çekmese
de benim için katlandı.
Sahildeki gemilere baktık. Fenerbahçe vapurunda bir mola verdik. Oradaki küçük oyuncak müzesi Demir'in çok hoşuna gitse de oyuncaklara dokunamayacağını ve onları alamayacağını kabul etmesi kolay olmadı. Yemek zamanı geldiğinde biraz hayal kırıklığına uğradım. Genelde Demir’le bir yere giderken yemeğini yanımıza alsam da müzede birçok restaurant ve kafe olduğunu internet sitesinden öğrendiğim ve bu müzenin ağırlıklı olarak çocuklara hitabet ettiğini düşündüğüm için “illaki yemek, en azından çorba bulabilirim” diye düşünüp yemeksiz elmiştik. Fakat Demir’e göre yemek bulmak kolay olmadı. Sahildeki restaurantta makarna ve yoğurtla yetindik. Neyse ki manzaramız güzel, keyfimiz yerindeydi de bu durumu sorun etmedim. Yemek sırasında Demir’in merak ettiği deniz uçağı da önümüzden geçince keyfimiz ikiye katlandı. Rahatladığımı, dinginleştiğimi hissetim. Oğlum büyümüştü de birlikte iki arkadaş gezmeye başlamıştık artık. Bunu daha sık yapmalıydık.
Sahildeki gemilere baktık. Fenerbahçe vapurunda bir mola verdik. Oradaki küçük oyuncak müzesi Demir'in çok hoşuna gitse de oyuncaklara dokunamayacağını ve onları alamayacağını kabul etmesi kolay olmadı. Yemek zamanı geldiğinde biraz hayal kırıklığına uğradım. Genelde Demir’le bir yere giderken yemeğini yanımıza alsam da müzede birçok restaurant ve kafe olduğunu internet sitesinden öğrendiğim ve bu müzenin ağırlıklı olarak çocuklara hitabet ettiğini düşündüğüm için “illaki yemek, en azından çorba bulabilirim” diye düşünüp yemeksiz elmiştik. Fakat Demir’e göre yemek bulmak kolay olmadı. Sahildeki restaurantta makarna ve yoğurtla yetindik. Neyse ki manzaramız güzel, keyfimiz yerindeydi de bu durumu sorun etmedim. Yemek sırasında Demir’in merak ettiği deniz uçağı da önümüzden geçince keyfimiz ikiye katlandı. Rahatladığımı, dinginleştiğimi hissetim. Oğlum büyümüştü de birlikte iki arkadaş gezmeye başlamıştık artık. Bunu daha sık yapmalıydık.
Sonra turumuza
devam ettik. Demir’in merak ettiği uçakları , tren ve tramvayları dolaştık.
İçlerine girebilmek Demir’in çok hoşuna gitti. Turumuz boyunca “”bu ne?”, “bu
nasıl çalışıyor?”, “bunun niye bacası var?” gibi teknik sorular beni
zorladığında yazılı ve görsel olarak hazırlanmış açıklamalar imdadıma yetişti.
Detaylı olarak okuyup anlatamasam da kısa basit açıklamalar yapmaya
çalıştım.Bazen sadece “bilemiyorum” veya “sonra babanla geldiğimizde ona
sorarız” demek zorunda da kaldım. Bu anlarda “keşke lisedeyken biraz
ilgilenseymişim bu konularla” diye içimden geçirmedim değil. Turumuzun sonunda
gezimizi bize hatırlatacak küçük bir anıyla ve Can’a ufak bir hediyeyle müzeden
ayrılmak için hediyelik eşya kısmına uğradık. Ama ne yazık ki orada Demir’e
uygun bir oyuncak veya güzel bir magnet
bulamadık. İster istemez “yurtdışında böyle bir müzede kimbilir ne hediyelikler
olurdu” diye düşündüm. Ufak bir uçak maketi çantamızda, Demir’in aklı trenlerde
ve uçaklarda, benim aklım bebek evlerinde ayrıldık müzeden. Daha sonra Haliç
turu yaparken yine uğramak üzere...