22 Ağustos 2015 Cumartesi

Demir'in kumbarası

Bu gün Demir'in ilk kumbarasını ilk defa boşalttık. Alışveriş ve para konularıyla ilgilenmeye başladığında ona ufak bir kumbara almıştık. O zamandan sonra da cebimizdeki veya cüzdanımızdaki bozuk paraları, eve aldığımız damacana suyu getiren abiden aldığımız para üstünü, pazar arabasını kullandıktan sonra geri aldığımız 1 TL'yi Demir'e verir olmuştuk. O da arada bizden veya dedelerinden 'kumbarası için' para istiyordu. İlk günden beri kumbarası dolunca içindeki paralarla ona oyuncak alacağımızı söylüyorduk. 

Birkaç haftadır başka para kabul edemeyen kumbarayı bu gün boşalttım. İçinden çıkan paraları saydım ve eve yakın bir börekçide kağıt para haline getirttim. Sonra da oyuncakçıya gittik. Demir dolaştı, dolaştı; bir sürü oyuncağı elledi; bazıları için "bunu alırsam başka param kalır mı?", "Sonra balonda alabilir miyim?" diye sordu; bazen "evet" yanıtıyla yetinmedi ve "1 liralık oyuncak alacağım" diyerek başka seçenekleri de değerlendirdi. Kararsızlığını anlasak da ve kend biriktirdiği parayla ilk oyuncağını alacağı için hevesini kırmamak için uğraşsak da bir süreden sonra ona beğendiği oyuncaklardan üç tane seçenek sunduk Can'la. Ama bu durum onu memnun etmedi, aramaya devam etti. Ve en sonunda, ses çıkaran ve çamaşır haznesi dönen pembe çamaşır makinesi 'Demir'in biriktirdiği parayla aldığı ilk oyuncak' ünvanını kazandı. Bir de siyah üstü açık araba seçti kendine. Sonra da balonunu alarak mutlu bir şekilde tamamladı alışverişini.

21 Ağustos 2015 Cuma

Demir Çeşme'de

Yazmayı birkaç gün önce bitirmiş olsam bile üzerinden neredeyse 2 ay geçen Ayvalık tatilinden sonra bu yazki ikinci tatilimizde rotamız Çeşme'ydi. Daha önce birkaç sene üst üste gitmiş, sakin bir otelde kalmış, denizine bayılmış, anlata anlata bitiremediğimiz Alaçatı  sokaklarına 2010 yazında annemi ve babamı da götürmüş, doyasıya dolaşmıştık. Bu sene özlediğimiz için çok kalabalık olduğuna dair etraftan aldığımız duyumlara aldırmadan bir pazartesi günü sabaha karşı çıktık yola. Demir Eskihisar'a kadar uyumadığından bol bol sobet ederek feribota bindik. Güneşin doğuşunu seyredip Yalova'ya vardık. Demir biraz uyudu, biraz etrafını seyretti, bol bol da sohbet etti. İzmir'e varmamıza az kala dağın eteklerinde yeşillikler içinde bir bahçede molamızı verdik saat 9.30 civarı. Can buraya daha önceden işten arkadaşlarıyla gelip çok  beğenmeşti. Haklıymış da. Demir bahçedeki horozlar, tavuklar, ördekler ve midilliyle ilgilenirken biz de kahvaltıyla ilgilendik ve karnımızı doyurduk. Sonrasında da kısa sürede Çeşme'ye vardık. 

Daha önceden kaldığımız otel el değiştirip hostele dönüştüğü için Boyacık mevkiinde başka bir otele yerleştik. Fazla vakit kaybetmeden hazırlanıp Altınkum'a gittik. Oradaki plajlardan birine girdik. Denizi soğuk, tertemiz ve kumluktu. Yani benim için ideal denizdi. Demir dalgalardan biraz çekinse ve başlarda girmek istemese de daha sonra alıştı. Bunda denizdeki deniz yataklarının da rolü büyük oldu. Onlara binme isteği o kadar ağır bastı ki denize de girdi bu vesileyle.Tesisteki yemekler de temiz olunca hepimiz memnun kaldık ve tatilimiz boyunca her gün oraya gittik. Demir öğlen uykularını şezlongta uyudu, makarna ve sigara böreğiyle karnını doyurdu, bol bol denize girip biraz da kumlarla oynadı. Dondurmalar yaptı, babasıyla su çıkarıp kaleler inşa ettiler, küçük kurbağasını yüzdürdü. Bir de denizin ortasındaki tramplenli büyük deniz yataklarına çıkan en küçük kişi oldu büyük ihtimalle. Tramplendeki kişilerin şaşkın bakışları "bu yaştaki çocuk da çıkarılır mı, ne kadar da tehlikeli!" der gibiydi, ama bizi hiç ilgilendirmedi. 

Akşamları farklı planlar yaparak gündüzki monotonluğu bozmaya çalıştık. İlk akşam yorgun olduğumuz için Çeşme'ye gidip ev yemekleri yapan bir yerde yemeğimizi yiyip dondurmamızı da yedikten sonra odamıza döndük. İkinci akşam Ilıca'ya gittik. Tadıyla daha önceden hafızamıza kazınmış pidelerden yiyip sahilde dolaştık. Tüm sahil şeridini ele geçirmiş olan kumrucular dolayısıyla çay bahçesi gibi bir yer bulamayınca biz de bir kumrucuda oturup çay kahve içtik. Üçüncü akşam Alaçatı'ya gittik. İnternetten bulduğumuz bir lokantada yerimizi daha önceden neyse ki ayırtmıştık, yoksa kalabalıktan aç kalabilirdik sanırım. Yiyeceğimiz güzel yemeklerin hayaliyle kalabalıkla sürüklenerek lokantayı bulduk. Yemekler hayalimizde kaldılar ne yazık ki. Sonra güzel bir dondurmanın ardından Demir uyuyunca geceyi uzatabiliriz diye umsak da gelmeyen siparişler ve çaya kahveye istenen yüklü meblağlar yüzünden otelimize geri döndük. Son akşam da Çeşme'nin içine gittik. Önce Demir ve ben yemeklerimizi yedik, sonra da Can kumrusunu yedi daha önceden gittiğimiz, bir sokak arasında salaş olarak hatırladığımız ama artık öyle olmayan kumrucuda. Sonra da kalabalık bakımından Alaçatı'yı aratmayan Marina'yı dolaştık. Dönüşte lunaparka uğradık ve Demir atlıkarınca ile tanıştı. Bir de trene bindi makinist olarak.Haftasonu kalabalığına kalmadan cuma sabahı yola çıkıp evimize döndük.

Bu tatilimize benim açımdan damga vuran olaylar ve kişiler ise:
- Otelimize vardığımızda Demir'in bebek yatağı daha önceki çoğu tatilimizde olduğu gibi odamızda yoktu. Bu duruma sinirlensem de tatsızlık olmasın diye sesimi çıkarmamış ve hatırlatmamız üzerine kısa sürede geldiği için de üzerinde durmamıştım. Bizi bekleyen süprizden haberim yoktu tabii. İlk akşam otelimize döndüğümüzde aile işletmesi olan otelin tüm personeli kapıda bizi bekliyordu. Rezervasyonlarda bir karışıklık olmuş, eğer biz bebek yatağını kullanmıyorsak başka bir müşteri için ihtiyaçları varmış. Böylesini ilk defa duyuyordum ve sinirlenip tepkimi gösterdim. Bunun üzerine de üste çıkıp benim tepkimi eleştirdiler. Can'a göre otelin sahibi bana küstü bile. Bense bu duruma ağlasam mı gülsem mi bilemedim bir türlü.
- Alaçatı'da yemek yediğimiz restaurantta içkim masaya dökülünce garsondan temizlemesini istediğimizde kendisi yaklaşık 10 tane peçete getirip masanın üzerine bıraktı. Gelemeyen buzlar, gülmeyen yüzler ve servisten memnun kalmadığımızı söylediğimizde boş boş bakan gözler de cabası. Buradan sonra gittiğimiz, sağ ve sol masamızdakilerle iç içe oturduğumuz kahvede gelmeyen siparişler ise ilk durumun rastlantı olmadığının, Alaçatı'daki genel yaklaşımın böyle olduğunun kanıtı. Bunlara ek olarak Can'ın kumrucusunda bir şişe kola için ödediğimiz 5 TL var ki Çeşme'nin özeti.
- Çeşme'ye gitmeden önce yazlıkta denize girmeyen Demir (yazlık maceraları tabii ki başka bir yazının konusu) neyse ki Çeşme'de bol bol denize girdi. Daha önceki bazı tatillerde olduğu gibi her şeyi babasıyla yapmak istedi. "Baba yemeğimi yedirsin", "baba giydirsin", "baba dondurma yapsın", "babayla denize gireceğim" vs. Ben de "ohh biraz rahat ederim" diye düşünsem de bazen bozulmadım değil bu duruma. Ama birlikte vakit geçirmek iyi geldi ikisine de.
- Krizsiz tatil olmaz tabii. Yaşanan krizler el birliğiyle çözüldü kısa sürede. 
- Demir bir akşam dışında arabasında uyumayı reddedince biz de geceleri erken sonlandırmak zorunda kaldık. Odamızın balkonu imdadımıza yetişti de o uyuduktan sonra bir şeyler içip kitap okuyabildik açık havada. Oteli genel olarak sevmesem ve bir daha gitmeyi düşünmesem de balkonunun hakkını vermem lazım. 
- Her ne kadar "yakın bir gelecekte gelinmez tekrar buraya"  desem de soğuk ve berrak deniziyle benim gönlümde, deniz yataklarıyla da Demir'in gönlünde bambaşka bir yere sahip oldu bu tatilin sonunda Çeşme.

11 Ağustos 2015 Salı

Ayvalık tatilimiz-Gün 3 & 4

Birkaç tatildir devam ettirdiğim sabahları erken kalkıp denize girme ritüelimi bu tatilde gerçekleştiremedim. Onun yerine tatilin üçüncü gününe sahilde yürüyüşle başladım. Üstelik bu sefer yalnız da değildim. Otelimizin köpeği Limon da bana eşlik etti bir süreliğine. Cunda sahili sessiz ve huzur vericiydi. Lokantalar daha açılmamış, kalabalık başlamamıştı. O gün pazar da varmış, pazarı da dolaşıp yürüyüşümü sonlandırdım. Otele döndüğümde Can ile Demir daha uyuyorlardı. Gazetemi okuyup çayımı içip keyif yaptım. Sonra hep beraber kahvaltımızı edip yine denize gittik. Bir gün önceki denizi pek beğenmemiş olduğumdan başka bir yeri denemek istedim. Ortunç koyuna gittik, fakat 12 yaşından küçükleri almadıkları için biraz sinirlenip biraz da orada sakin sakin denize girip sahilde kitabını okuyabilen tatilcilere özenip "en iyi yer bildiğin yerdir" mantığıyla yine Pateriça koyuna gittik. Bu gün daha kalabalıktı, ama rahatsız olacak kadar da kalabalık değildi. Demir bizimle oynadı, denize girdi, uyudu. Orada ona uygun yemek bulmak mümkün olmadı, ama yanımıza bisküvi almış olmanın rahatlığıyla bu duruma takılmamaya çalıştık. Denizden sonra akşamüstü Ayvalık'a gidip Şeytan Sofrası'nı gördük. Güneşin alçalmasıyla oluşan manzarayı ve adaları seyrettik. Ayvalık'ın içinde vakit geçirmeden tekrar Cunda'ya döndük. Demir bir gün önce yemek yediği lokantada yemeğini yedikten sonra ilk akşam gittiğimiz lokantaya gittik. Cumartesi olması dolayısıyla zor yer bulduk, neyse ki bizi hatırladılar da başka yer aramak zorunda kalmadık. Keyifle yemeğimizi yedik.Sonra Demir'in uykusu gelip de arabasında uyumamak için direnince geceyi erken sonlandırıp otelimize döndük.
Tatilden dönüş günümüze, aynı zamanda benim doğum günüme de sahilde yürüyüşle başladım. Kahvaltıdan sonra bavullarımızı hazırladık ve acelemiz olmadığı için zeytinyağı ve sabun alışverişimizi yaptık, dondurmamızı yedik. Demir sıcaktan biraz bunalıp huzursuzlandı. Sonrasında da dönüş yolculuğumuza başladık. Doğum günü tebriklerini kabul ettiğim yolculuğumuzun bir kısmında Can'ın tüm uyarılarına rağmen yine uyudum ne yazık ki. Gözlerimi bir açtım ki Susurluk'a gelmiştik. Orada mola verip yemek yedik ve yola devam ettik. Akşam yemeği için düşündüğümüz yerde iftar saati yaklaşmış olduğu için yer bulamayınca "Demir nerede ne yiyecek?" konulu ufak bir kriz yaşadık. Neyse ki feribot iskelesinde ona çorba kendimize de çay ve kahve bulunca krizi çözdük. Ama bana pasta bulamadık :(. Pasta yerine kek yediğimiz bir doğum günümün sonunda evimize vardık.

Ayvalık tatilimiz- Gün 2- bulutlar gidince hemen denize

Tatilimizin ikinci gününe yorgun ve huysuz uyandık hep birlikte. Güzel bir kahvaltı bu durumu değiştirebilir umuduyla kalhvaltı etmek için mutfağa indik. Ne yazık ki hayal kırıklığına uğradık Can ile. Aklımıza birkaç yıl önce Bozcaada'da ettiğimiz muhteşem kahvaltı geldi ve boynumuzu büküp karnımızı doyurduk. Havadaki kara bulutlar tam dağılmamıştı henüz, ama arada sırada güneş gösteriyordu yüzünü. Biz de Cunda'yı keşfe çıktık. İstanbul'daki Rahmi Koç Müzesi'nin minyatürü niteliğinde olan Taksiyarhis Rahmi Koç Müzesi'ni gezdik. Sonra da Sevim ve Necdet Kent Kitaplığını gezdik ve tepeden Cunda'ya seyrettik. Cunda sokaklarını dolaşıp biraz fotoğraf çektikten sonra da Taş Kahve'de oturduk. Demir'in çok uykusu geldiği için kısa sürede uykuya daldı. Biz de biraz sohbet ettik, biraz denizi seyrettik ve güneşin etrafı ısıtmaya başlıyor olmasına sevindik. Tatile başlarken günübirlik Midilli'ye geçeriz belki diye düşünmüştük. Ama çok büyük bir oda olduğunu öğrenince, bir günde arabasız ne kadar gezebileceğimizden emin olamadığımızdan bu planımızdan vazgeçtik. Demir uzun uzun uyuduktan sonra uyandığında ev yemekleri yapan küçük ama temiz bir lokanta bulup Demir'in karnını doyurduk. Ve deniz vaktinin gelmiş olduğuna karar verip otelemize dönerek çabucak hazırlandık; günün geri kalanında denizin ve güneşin tadını çıkarmalıydık. Pateriça koyuna gittik. Sadece birkaç kişi daha bizim gibi güneşi görür görmez bu koya koşmuştu. Deniz temizdi, ama biraz balçık gibiydi, insanın ayakları yapışıyordu denizin dibine, yer yer yosunlar vardı. Demir için iyi tarafı sahilden uzaklaşılsa bile denizin boyu geçmiyor olmasıydı. O da bazen sahilde oynadı, bazen simidiyle denize girdi; eğlendi. Akşamüstü otelimize dönüp odamızı değiştirdik. Aşağı katta daha ferah bir odaya geçtik ve akşam için hazırlandık. Tercihimiz öğlen yemek yediğimiz ev yemekleri yapan lokanta oldu yine. Oradan da tatlı ihtiyacımız için önce Karadeniz Pastanesi'ne sonra da sahildeki dondurmacıya gittik. Yeni odamızda rahat rahat uyuduk.