Demir'e okul kadar eğlenceli gelmeyen tatilin şimdiye
kadarki kısmının bir özetidir yazacaklarım.
Okullar kapandıktan sonra tatilin bir haftasını İstanbul'da
geçirdik. Bu hafta içinde her sabah uyandığında uzaklara gitmek istedi Demir.
Biz de bir sabah Bebek'e gittik. Orada kahvaltı ettikten sonra vapurla
Kanlıca'ya geçip geri döndük. Bir gün
Bakırköy'e gittik. Oradan da Florya'daki belediye tesislerine uğradık. Oradaki
oyun alanını bildiğimden yanımıza Demir'in skuterını almıştım. Oradaki trafik
oyun alanında keyifle oynadı Demir. Evde olduğumuz günlerde de Hamdiye
Ablası'yla bol bol vakit geçirdi.
Sonraki hafta ben altı günlüğüne Almanya'ya gittim bir yaz
okulu için. Bu Demir'le ilk uzun ayrılışımız oldu. Çok özledim onu. Hamdiye
Ablası ve babası sayesinde iyi idare etti Demir. Bana da iyi geldi biraz
uzaklaşmak ve kendim için bir şey yapmak. Demir'le gezdiğimiz yerleri yaza yaza
alışmışım gezileri anlatmaya. Almanya maceralarımı da yazasım var, ama sanırım
bu blog doğru adres olmaz bunun için. Almanya dönüşü Ankara'ya gittik günü
birlik bayram öncesine gelen mezuniyet törenim için. Yedi yaşından küçük
çocukları tören salonuna almasalar da ve Demir daha mezuniyeti ve önemini anlayamayacak
olsa da benim için önemliydi bunu onunla
paylaşmak. Törenin ertesi günü de yazlığa geldik.
On gündür yazlıktayız. Bayramı burada geçirdik. Bir
rutinimiz oluştu sayılır. Sabahları genelde evde vakit geçiriyoruz. Demir bazen
ev işlerinde bana yardımcı oluyor. Bazen oyun oynuyoruz. Tabii hem benimle hem dedesiyle
bol bol sohbet ediyor. Kitap okuyoruz. Bir basket potası yaptık; biraz basket oynuyoruz.
Her ne kadar onaylamasam da bazen
televizyon seyrediyor (ama itiraf ediyorum ki ben ev işi yaparken rahat
oluyor). Öğlen uykusu ve yemeğin ardından deniz kenarına gidiyoruz. Biraz
yüzüyoruz; meyvemizi yiyoruz. Kovayla su çekiyoruz, ama henüz kumlarla oynamadık.
Sonra da eve dönüp duşumuzu alıp akşam yemeğini yiyoruz. Yemekten sonra dedesi
evi ilaçlarken biz de dolaşıyoruz. Bazen Demir bisikletiyle çıkıyor dolaşmaya,
bazense ikimiz de yürüyoruz. İkimiz de bisikletle dolaşırız diye bu sene kendime
de bisiklet almıştım. Ama sanırım henüz erken bunun için. İki kez denedik
birlikte bisiklete binmeyi. İkisinde de ben öne geçince sinirlendi Demir, ben
de vazgeçtim şimdilik. Bir de yokuşlarda
zorlanıyor henüz bacakları güçlü olmadığı için. Bu durumlarda "ne biçim
bisiklet bu? Gitmiyor" diye söylenip beni güldürüyor. Ben de bazen evin
işinin bitmediğine söyleniyorum (gerçekten de bitmiyor, her gün bir usta veya
tamirci misafir oluyor bize). Ereğli'ye gidiyoruz sık sık kahvaltı, akşam
yemeği, pazar veya sadece dondurma için. Şimdilik tek sorunumuz sitede yapılan ilaçlama.
Geçen sene ilaçlama kamyonunun sesinden korkmuştu Demir ve neredeyse sokağa
bile çıkmak istemiyordu. Bu sene bu kadar güçlü değil bu korkusu. Ama biz unutmuştur,
geçmiştir diye umuyorduk; tam olarak geçmiş değil. Kaynağını bilmediği sesler
yine huzursuz ediyor onu. Ama anlatınca geçen seneye göre daha kolay
kabulleniyor. İlaçlama kamyonunun sesini duyduğunda evin içine geçiyoruz ve beş
dakika oturup sonra tekrar balkona çıkıyoruz. Şimdilik işe yarıyor gibi bu
yöntem. Ve bu korkusu genellenmedi neyse ki; sokaklardan ve diğer arabalardan
korkmuyor. Sitedeki komşularımızla arkadaş bu sene de. Arada karşı komşumuz
Ülkü Teyze'ye gidiyor sohbete. Dolaşmaya çıktığımızda sokaktaki her eve selam
veriyoruz. Yıllardır konuşmadığımız komşularla konuşur olduk sayesinde. Bazen
selamlaşmakla kalmayıp balkonlarına oturmaya ve sohbete de geçiyoruz. Sitedeki
çocuklarla kaynaşmaya başlamadı henüz. Parka gittiğimizde ve bisikletle
dolaşırken bir çocuk gördüğümüzde bazen ilgisini çekse de pek yanaşmıyor
şimdilik. Benimle oynamak ve vakit geçirmek hala daha çekici ve güvenli geliyor
ona sanırım. Ama biliyorum ki gün gelecek arkadaşlarını bırakıp eve gelmek
istemeyecek benim bir zamanlar olduğum gibi.
Sanırım şu andaki durumun tadını çıkarmalıyım bu yüzden. Hem yaşayarak
hem de anlatarak...