18 Mart 2016 Cuma

Demir Barselona'da- 2. gün

Tatilimizin ikinci gününe erkenden başladık. Mısır gevreği, sürme peyniri ve nutella gibi normalde yemediğimiz ürünleri tükettiğimiz kahvaltımızı odamızda edip kendimizi yollara vurduk. Güneşli güzel bir havada La Sagrada Familia'ya vardık. Çocuklu olmanın avantajıyla sıra beklemeden kiliseye girebildik. Dışının görkeminden, heykellerin hem yapı hem de anlam olarak fazlalık ve güzelliğinden, içinin ise renkli mozaik camları ve farklı heykelleriyle büyüleyici atmosferinden etkilendim.  Tamamlanması için daha 10 sene varmış, ama şimdi bile gözalıcı bence. Kilisenin tarihini anlatan müzeyi de gezdikten sonra Barselona'yı bize ve Demir'e hatırlatacak küçük hediyeler alıp oradan ayrıldık. Hemen karşısındaki binanın üzerindeki FCB harfleri dikkatimi çekti.  Boş bulunup Can'a göstermem ile birlikte kendimizi Barselona takımının forma, tişört vs.sinin satıldığı mağazada bulmamız bir oldu. Ve Demir ile Can kendilerine ne alacaklarına bir türlü karar veremeyince orada uzun süre kaldık. Çıktığımızda karnımız acıkmıştı. Bir parkta oturup bir şeyler atıştırdık. Demir ise güvercinleri kovaladı. Bir ara dört ayak pozisyonunda peşlerinde dolaşıyordu. Onu o parktan uzaklaştırmak kolay olmadı. Neyse ki şehirde yeşil alanlar ve parklar çok olduğundan yine parka gidebileceğimizi söyleyip yolumuza devam ettik.   Çoğu Gaudi'nin imzasını taşıyan Modernista binalarının olduğu caddelerden geçtik. Passeig de Gracia modernliği ve binalarının yapısıyla hoşumuza gitti. Gaudi'nin bu cadde üzerindeki eseri Casa Batlio şimdiye kadar gördüğümüz en pahalı müze olarak (giriş 22 Euro) aklımıza kazındı. Her  ne kadar içini merak etsek de zaten Parc Güell'de Gaudi'nin eserlerini yakından göreceğimizi düşünüp dışında fotoğraf çekmekle yetindik. Demir bu sırada uykuya yenik düşmüştü. Biz de Parc Güell'e doğru yola çıktık metroya binip. Metrodan indiğimizde bizi dimdik yokuşlar karşıladı. Tırmandık, tırmandık ve tırmandık. Demir'in arabasıyla bu hiç kolay olmadı. Tepeye ulaştığımızda bizi merdivenler karşıladı. Tam söylenmeye başlayacakken yemek almak için son şansımızı belirten bir yazı gördüm. Merdivenlerin karşısındaki küçük kafe tarafından yazılmıştı. Biz de bu fırsatı değerlendirip sandviçlerimizi alıp merdivenleri tırmandık. Veee sonunda parkın içindeydik. Fark ettik ki parka yanlış yoldan gelmiştik (zaten o kadar yokuş ve merdiven çok anlamsızdı). Şehrin tepesine çıkmıştık, ama çok açtık, manzarayı bile görecek halimiz yoktu. Hemen sandviçlerimizi yedik. Demir kuşlarına kavuştu ve kovalamaca oynamaya devam etti. Çocuk parkında da biraz oynadı. Ben de geri kalmadım. Şimdiye kadar hep ben Demir'i salıncakta sallamışken bu sefer o beni salladı biraz. Sonra karnımız doymuş ve dinlenmiş bir şekilde Barselona'yı tepeden seyrettik. Gaudi'nin eserlerine doğru parkın içinde yokuş aşağı yol aldık. Parkın bazı yerleri biletli bazı yerleri ise ücretsizdi. Ayrımı ve sebebini bir süre çözemedik. Çözdüğümüzde ise ancak bir saat sonraya bilet alabiliyorduk. Beklemek zor olacaktı. Oyüzden Gaudi'nin eserlerini, özellikle de kertenkelesini yakından göremeden oradan ayrıldık. Bu durumdan hiç memnun olmayınca biraz söylendim. Demir de kertenkeleyi merak ettiği için biraz söylendi. Ama çabuk toparlandık. Oradan metroyla La Rambla'ya geçtik. Bu uzun caddeyi boydan boya dolaştık. Pazar yeri olan La Boqueria'yı gezdik. Renk renk sebzeler, meyveler, yemekler çok hoşumuza gitti. Demir'i mangoyla tanıştırdık. Kitabımızda gördüğüm pasta ve çikolata dükkanına uğramadan olmazdı. Escriba'da pastalarımızı yiyip dolaşmaya devam ettik. Yol bizi yine sahile, marinaya çıkardı. Hava kararıp biraz soğumaya ve Demir de söylenmeye başlasa da dolaşmaya devam ettik. Metroyla Font Magica'da akşamları gerçekleşen ışıklı gösteriyi izlemeye gittik.  Müzik eşliğinde suların dansı Demir'in çok hoşuna gitti. Babasının omuzlarında keyifle seyretti. Sonrasında da oraya yakın gözümüzün kestiği bir İspanyol lokantasında Can'la ben Sangria esliginde tapaslarımızı Demir ise makarnasını yedi. Geceyi erken bitirip otelimize döndük.

Demir Barselona'da- 1.gün

Demir'e birkaç hafta önce söyleyip, o günden sonra her gün "Ne zaman gideceğiz?", "Orada neler yapacağız?" sorularıyla hakkında konuştuğumuz Barselona tatilimizi geçen hafta gerçekleştirdik. Perşembe sabahı erken saatlerde  havaalanına vardık. Bagaj ve pasaport işlemlerini tamamlayıp kahvaltımızı ettik. Tatilin ilk süprizi uçağımızın rötarı oldu. Bekleme salonundan uçakları seyreden Demir'in keyfi yerinde olsa da hem uykusuzluktan hem de soru cevaplamaktan yorulmuş olan ben ve Can için o bekleme süreci geçmek bilmedi. Yolculuk da öyle. Daha önceki seyahatlerimize göre biraz daha uzun olan bu uçuşta Demir önce çizgi film seyretmek istedi, kulaklıklar erken verilmeyince defalarca hosteslere seslenmeye çalıştı. Sonra kulaklıklar kulaklarını rahatsız edince söylendi. Uykusu geldiği halde uyumak istemedi. Uyumaya direnirken ters bir hareket yapınca kemeri boynuna dolandı ve benim ödümü patlattı. Uyanınca filmden sıkıldı; dergisini beğenmedi ..... Tüm bunlar yüzünden uyuyamayan Can ile benim sınırlarımızı zorladı. Havaalanına indiğimizde biraz sakinleşti neyse ki. Bavullarımızı alıp metroyla otelimize vardığımızda tatilin ikinci süprizi ile karşılaştık. Bu seferki güzel bir sürprizdi. Yurtdışında şimdiye kaldığımız ve bence bundan sonra da kalabileceğimiz en güzel odadaydık. Tatile çıkmadan önce Barselona'yla ilgili pek bir şey okuma fırsatım olmamıştı. Sadece tasarıma meraklı oldukları aklımda kalmıştı bir yazıdan. Tasarım koltukları, heykelleri, tabloları,aydınlatmaları ve desenli yastıkları ile otelimizin lobisi ve 1+1 daireyi andıran odamız bunun en güzel kanıtıydı. Bayıldım. Bu güzelliği kısa bir süreliğine seyredip yemek yemek için dışarı çıktık. Otelin yakınlarında yöresel yemekler yapan bir restauranta gittik. "Tatilde Demir'e 'yemek ye,yemeğini bitir' dememe" kuralımızı koyup paellanın, değişik bir köftenin ve lezzetli bir portakallı kekin tadını çıkardık. Her tatilin ilk günü yaptığımız gibi süt, meyve gibi temel alışverişlerimiz için marketimizi belirledik. Sonrasında da Demir'in çok merak ettiği sahile gittik. Portakal ve palmiye ağaçlarıyla kaplı caddelerden geçerken Demir uykuya daldı. Biz de sahildeki kafelerden birinde özlediğimiz sangrialarımızı içtik. Demir uyanınca da kumlara bıraktık kendimizi. Demir hazırlıklıydı, kovasını ve küreğini getirmişti. Ayakkabılarımızı ve çoraplarımızı çıkarıp soğuk denizin ve kumların tadını çıkardık. Dalgalardan kaçtık, kumdan kale yaptık. Yorulunca bir kafede dinlendikten sonra uzun sahil boyunca yürüdük. Denizi seyrettik, plaj voleybolu oynayanlara baktık. Bir sürü kişinin koşuyor olmasına şaşırdık. Sonrasında tatil boyunca gördük ki bu şehirde koşmanın zamanı ve yeri yok; her zaman her yerde koşan birilerine rastlamak mümkün. Demir'e o gün makarna yiyeceğine dair söz vermiştik. O yüzden bir İtalyan lokantası aradık. Pizza ve makarnanın tadını çıkardık. Yemekten sonra bir tarafımız dolaşmak istese de tüm günün yorgunluğuna yenik düşürek otelimize döndük.  Kumlarımızdan arındık. Demir'in düşmemesi için onun için hazırlanmış çekyatta bavullardan ve yastıklardan bir bariyer oluşturduk. Tasarım odamızda mışıl mışıl uyuduk.

13 Mart 2016 Pazar

Büyük mü, küçük mü?

Bu aralar Demir'in en çok sorduğu soru "Ne için?". Onu büyük ve küçük kavramlarını sorgulayan soruları takip ediyor: "Bu abla benden büyük mü?", "Bu çocuk benden küçük mü?", "Bu abi babamdan büyüktür, değil mi?", "Bu amca dedemden büyük müdür?". Büyük/küçük karşılaştırması genelde yaşa, ama bazen de boya tekabül ediyor. Bazen hangisi olduğunu anlamakta zorlanıyorum. Sanırım kendisine ve çevresindeki insanlara dair geliştirdiği algının bir parçası bu sorular. Yeni tanıştığı birinden bahsederken de o kişiyi tanımlamak için kullanıyor bu karşılaştırmayı. Mesela, bu gün metrobüsle dedesine giderken yanımızda oturan amcayla uzun uzun sohbet etti Demir. Dedesine bunu anlatırken ise amcanın ondan büyük olduğu bilgisini de hemen paylaştı. Genelde bana sorduğu için veya kendisiyle ve babasıyla benden daha fazla ilgilendiği için "bu teyze/abla senden büyük müdür?" sorusuyla çok karşılaşmıyorum. Bir tek Hamdiye Abla'sıyla beni karşılaştırdı, ve benim boyca Hamdiye Abla'nın da yaşça büyük olduğunu öğrenince konuyu çabucak kapadı. Çocuklarla ilgili sorular uzayabiliyor bazen. Eğer karşılaştırdığı çocuk Demir'den küçükse kimden büyük olabileceğini anlamak için tanıdığı diğer çocuklar için de soruyor aynı soruyu: "Peki Bora'dan büyük müdür?", "Sena'dan da mı küçüktür?". Neyse ki bu sorular bir numaradaki "ne için?" sorusu kadar zor değil, beni fazla zorlamıyorlar.