30 Mart 2015 Pazartesi

Demir'in uyku ritüeli: İzmir Marşı

Demir'in uyku düzenine ve ritüeline Demir hastaneden eve geldiği günden itibaren önem verdik, dikkat ettik.  Daha göbek bağı düşmeden onu her aksam uyku saatinden önce yıkadık. İlk başlarda banyosunu takiben emer ve kucağımda uyuyakalırdı. Emmeyi bıraktıktan sonra biberonla kucağımda sütünü içer, sonra şarkılar eşliğinde kucakta dolaştırılarak uyurdu. Fazla ninni bilmediğimiz için kendi uydurma şarkılarımızı oluşturmuştuk Can'la. Kucakta uyutmak zorlaşınca yatağında uyutmaya basladık aynı ritueli takip ederek. Şarkı mırıldanıyorduk veya konuşuyorduk. Sonra kitap okumaya geçtik. Uzun zamandır banyo sonrası süt veya su eşliginde beraber okuduğumuz kitap sonrası uyuyor Demir. Yaklaşık bir aydır bu rituele yeni bir kısım daha eklendi: İzmir Marşı.
Can evdeyse banyodan sonra Demir ya en önde ya da  babasının kucağında ben en arkada Demir'in odasına İzmir Marşı'nı söyleyerek gidiyoruz. Demir kitabını seçiyor kütüphanesinden, sonra yine ya İzmir Marşı'yla ya da "tap daba tap, tap daba tap" diyerek marş yürüyüşüyle yatağına gidiyoruz. İzmirli degiliz, İzmir'i biraz biliriz. Can acemiliğini orada yapmisti, ara sıra iş için gider. Birkac yaz Çesme'ye gitmişligimuz var.  Hepsi bu kadar. O yüzden nasıl oldu da bu marşı dilimize doladık, bilmiyorum. Can bir akşam bir kriz anında Demir'in ilgisini  dağıtmak için söyledi, o da sanırım melodisini sevip hep Can'dan istemeye başladı. Bu halimiz bana çocukken sevdiğim Erkan Yolaç'ın Evet-Hayır Yarışması'nı hatırlatıyor. Yarışmacılarını Mehter Marşı ile çağırır, İzmir Marşı ile uğurlardı.  Hem halimiz komik olduğundan hem de bunu hatırladığımdan kocaman bir gülümseme oluyor yüzümde "İzmir'in dağlarında çiçekler açar..." derken. Kendisi pek eşlik etmese de Demir o kadar sevdi ki bu marşı bazen gün içinde de babasına söyletir oldu; sokaklarda bu marş eşliğinde dolaşmışlığımız bile var.

18 Mart 2015 Çarşamba

Napoli'nin altı üstü

Son gün  uçağımızın kalkışına kadar şehirde geçirebileceğimiz 2 saatimiz vardı. Bunu da Napoli'nin yeraltını gezmek için kullandık. Tarih boyunca Napoli'de yaşamış olanlar şehrin duvarlarını yapmak için taş bulmak, şehre su sağlamak, II. Dünya Savaşı sırasında bombalardan korunmak gibi farklı amaçlarla yeraltını kullanmışlar. Buradaki mağaralar, kuyular ve mezarlar artık ziyarete açıklar. Biz de Demir kucağımızda kısa bir yeraltı turu yaptık dar merdivenlerden, karanlık tünellerden geçerek. Tura başladığımızda rehberin yerin 40 metre altına birçok basamakla ineceğimizi söylemesi gözümüzü korkutsa da vazgeçmedik. Demir rehberin anlattıklarını anlamadığı için ve karanlıktan biraz sıkıldı, ama neyse ki korkmadı. Yerin altındaki arabalar, tank, bitkiler vs. onun da ilgisini çekti. Turdan sonra gerçekten şehrin altını üstüne getirmiş olarak havaalanına gidip  dönüş yolculuğumuza başladık.

Tatilimizi genel olarak düşündüğümde:
- Napoli'yi sevdik. Dar sokakları, alçak renkli balkonlu evleri, denizi, dağı, rahatlığı ile aklıma kazındı. Amalfi kıyılarını ise daha çok sevdik. Her ne kadar o kıyılardan denize girmek güzel olacak olsa da yazın her yer çok kalabalık oluyormuş, bu kadar keyifli olmazdı sanırım.
- Demir tatilde bir sürü toplu taşıma aracına defalarca bindi ve tabii çok sevdi.
Tatilin başlarında İtalyanlar onun söylediklerini anlamadıkça  biraz şaşırdı, ama sonra durumu anladı. benim İtalyanca söylemeye çalıştığım sözcükler onu çok güldürdü. "Uşito, sekureee, uno piaaano" diyip çok güldük. Sürekli dışarıda olmak da hoşuna gitti. Pazar günü havaalanından eve dönerken "ben yarın evde sıkılırım" diyordu.
- Bu tatilde makarna ve pizzaya doyduk hepimiz. Demir bile beklediğimden çok yedi. Ben yediklerimden tat alamadım ne yazık ki. Bu, yemeklerin bana göre tuzlu olmasından ve akşam yemeklerinde çok yorgun olmamdan kaynaklanıyordu sanırım. Gelatolar ve yediğim tatlılar ise  çok güzeldi.
- Daha önceki Roma seyahatimizden sonra İtalya'yı, İtalyanca'yı ve İtalyanları hep yakın bulmuşumdur kendime. Bu tatil de bunu pekiştirdi, adım adım İtalya'yı gezme isteğimi perçinledi.

Virane-keyifli-gösterişli Napoli

Tatilimizin üçüncü gününe de tren tolculuğuyla başladık. Bu sefer Pompei'ye gittik  Haftasonu olduğu için tren kalabalıktı. Vezüv'ü seyrederek, Demir'e Pompei'yi basitçe anlatmaya çalışarak vardık antik şehre.
Demir Pompei'ye girdiğimizde uyumuştu, ama biz engebeli sokaklarda dolaşırken arabasının sallanmasına fazla dayanamayarak uyandı. Bazen arabasında, bazen kucakta, bazen de yürüyerek gezdi. Bol bol taş topladı.  Çok geniş bir alanı kaplayan Pompei'de önemli olan kalıntıların çoğunu görüp bazılarını es geçmek zorunda kalarak turumuzu 1,5 saatte sonlandırıp antil şehirden trenle şehre döndük. Şehir de dolaşmaya başladığımızda anladık ki ilk gün Napoli'yi hiç görmemişiz. İlk önce tatilin birinci gününde listemize aldığımız tepeye çıktık. Orada Castel Saint'Elmo'dan tüm şehri ve denizi seyretmeye doyamadık.


Demir kucağımızda bol bol fotograf çektik. Sonra şehrin bu kısmındaki renkli renkli, minik balkonlu binaların olduğu dar sokaklarda dolaştık. Sonrasında finikülerle opera binası, Palazzo Reale ve Basilica of San Francesco di Paola gibi önemli binaları içeren Piazza Plebiscito'ya indik. Demir 'finikül'e binmiş olmaktan da pek hoşlandı. Opera binasının dışı ve saray tadilatta olduğu için göremedik.

Sonra deniz kenarına gidip oradaki Castel Nuovo Maschio Angioino ile Castel dell'Ovo'ya baktık. İçlerini dolaşacak enerjiyi kendimizde bulamadık ne yazık ki. Bunun yerine sahil boyunca keyifle yürüdük. Can trafiğe kapalı bu yolu İzmir'in Kordonboyu'na benzetti.    Artık yemek vaktimiz gelmişti. Ama yakınlarda bulduğumuz tüm lokantalar saat 7 ve sonrasında açıldığı için enerjimiz tükenene kadar dolaşmaya devam ettik. Demir de bu arada yine uyudu.  Şehrin lüks bir semtinde olduğumuz hem binaların güzelliğinden hem de mağazaların adlarından belliydi. Böylece koca şehrin virane kısımlarını da, keyifli yerlerini de, gösterişini de görmüş olduk. Bir kalmıştı yeraltı. Onu da ertesi güne bıraktık. Otele döndüğümüzde Demir'e kitap okuyacak enerjimiz bile kalmamıştı. Bir gece önce Demir'in düşmesini engelleyen büyük yatakta bir tarafında ben, bir tarafında da yastıklar ve koltukla çevrilmiş bir şekilde uyuma yöntemi bu gece işe yaramadı. Döne döne uyuyan Demir bu sefer de yatağın ayak ucundan düştü. Böylece bir sonraki tatillerde park yatağın şart olduğunu anlayarak tatilimizin son sabahına uyandık.

17 Mart 2015 Salı

Amalfi kıyıları

Tatilimizin ikinci günü otelde farklı farklı hamur işleri içeren bol şekerli kahvaltımızı ettikten sonra yola koyulduk. Rotamız Amalfi'ye doğruydu. Demir o gün çok heyecanlıydı. Önce trene, sonra otobüse binecekti. Daha önceden ikisine de  binmemişti. Ayrıca yanardağ görecekti. 
Tren istasyonu otelimize yakındı. Üç gün boyunca tüm toplu taşıma araçlarını kullanabileceğimiz biletlerimizi aldık. Tren yolculuğumuza başladık. Yolculuğun bir kısmında heyecanı Demir'i uyanık tutsa da sonrasında uykuya yenildi ve Sorrento'ya kadar olan yolculuğunu uyuyarak tamamladı. Sorrento'dan Amalfi'ye giden otobüslere bindik. Cam kenarındaki yerlerimize yerleşip fotoğraf makinelerimizi hazırladık. Sorrento-Amalfi arasındaki bol virajlı, dapdar yol iki tarafında küçük kasabalar, başta portakal ve limon ağacı olmak uzere çeşit çeşit ağaçlar ve masmavi bir deniz manzarası içeriyordu. Demir'le bol soru-cevap içeren yolculuğumuzun ardından ilk molamızı Positano'da verdik. Yamaç boyunca sıralanmış yokuşlar, dar sokaklar, evler ve deniz bir araya geldiğinde güzel bir manzara vardı karşımızda. 

Hemen içine girip dolaşmak istesek de Demir'in arabasıyla dik yokuşları inip çıkmak mümkün değildi.  Otobüsten indiğimiz tepeden fazla uzaklaşamadan dolaştık biraz. Aklım bu kasabanın sahil şeridinde ve oradan görülecek manzarada kalmış olsa da sonrasında otobüse tekrar binerek Praiano'ya gittik.

Yazın çok kalabalık olduğunu tahmin ettiğimiz bu kasaba bomboştu. Açık bir restaurant bulup yemek yiyebildik neyse ki. Yokuşlardan uzak durup, limon bahçelerini seyredip, evlerin arasındaki dar merdivenlerin nereye uzandığını öğrenemeden tekrar otobüse bindik. Yamaçlardaki otelleri, evleri seyrederek, oralardan denize girmenin ne kadar keyifli olabileceğini düşünerek Amalfi'ye vardık. Manzaranın, sevimli sokakların ve tabii ki gelatonun tadını çıkardık.  Limonlu şekerlerimizle dönüş yolculuğumuza başladık. 
Amalfi'ye doğru giderken "bu manzaraya doyamıyorum, dönüş yolculuğunda da cam kenarına oturup seyrederim" diye düşünmüş olsam da o kadar yorulmuşum ki uyumuşum. Tabii Demir ve Can da. Sorrento'ya vardığımızda uyandık.Bir gün önce Napoli'yi beğenmemiştik. O yüzden oraya dönmektense Sorrento'da dolaşmayı tercih ettik. Sokaklarını gezdik. Pizza ve makarnalarımızı yedik. Tatlıların tadına bakmayı da ihmal etmedik. Napoli'de bizi bekleyen güzelliklerden habersiz trenle şehre, otelimize döndük.

16 Mart 2015 Pazartesi

Demir Napoli'de

Napoli tatilimize geçen hafta perşembe sabahı başladık. Havaalanında kahvaltımızı edip biraz uçakları seyrettikten sonra kibarlıklarıyla bizleri şaşırtan japon turistlerle dolu uçağımıza bindik. Demir'in öğle uykusu saatine denk getirdiğimiz yolculuğumuzun ardından Napoli'ye vardık. Şehir merkezine giden otobüsten sonra kısa bir yüürüyüşle otelimize ulaştık. Bir apartmanın 5. ve 6. katında bulunan otelimiz bize tatilimizin ilk süprizini yaşattı. Apartmanda asansör ücretliydi, 10 cent atılmadan çalışmıyordu. Hazırlıksız yakalandığımız için şaşırdık. Can bir market bulup para bozdurdu, böylece odamıza ulaşabildik. Beklediğimizden küçük bir oda olsa da ihtiyacımız olan her şey vardı. Büyüklüğüne takılmadım, terastaki manzarayı ve geceleri orada oturabileceğimizi düşünerek hemen odaya ısındım.


Otelden çıktığımızda Can akşam geç saatte otele dönmemiz gerektiğini söylediğinde yolunda olmayan bir şeyler olduğunu anlamıştım. Yürümeye başladığımızda  da suç oranı yüksek olan bu şehrin tekin olmayan bir bölümünde kaldığımız belirginleşti. Demir olmasa hiç sorun yapmayacağımız bu durum Can'ı tedirgin etti tatil boyunca. Bense 'korkmaya gerek yok, iyi düşün iyi olsun' diye kendimi ve arada Can'ı rahatlatmaya çalıştım.

Tatile çıkmadan önce Napoli hakkında kitap bulamamıştık. İnternetten okuyacak vaktimiz de olmamıştı. O yüzden sadece haritaya bakarak karşımıza ne çıkacağını bilmeden dar, bakımsız ve yer yer pis sokaklardan geçerek şehirde dolaşmaya başladık. Hem şehir hakkında kitap alabileceğimiz  kitapçı aradık hem de ara sokaklarda dikkatimizi çeken bazı tarihi binaları ve  kiliseleri dolaştık. Trafiğe kapalı alışveriş caddelerinden, turistik yollardan geçtik. Şehrin simgelerinden biri olan beyazlar giymiş, siyah maskeli Pulcinella'yı gördük her yerde. Kim olduğunu, ne yaptığını ve neden önemli olduğunu merak ettik. Demir oyuncak fotoğraf makinesi elinde fotoğraflar çekti. Daha önceden bir kaynakta okuduğum Oyuncak Hastanesi'ni bulduk. Hem ben merak ediyordum hem de Demir için ilginç olacağını düşünmüştüm; ama kapalıydı, gezemedik ne yazık ki. Dar sokakların üstünde, şehrin tepesinde gözüken kaleyi gözümüze kestirdik; mutlaka görülmesi gerekenler listemize ekledik.

Hava kararıp soğuyunca Demir'e battaniye getirmeyi unuttuğumuzu fark ederek battaniye alacak mağaza aramaya başladık. Birkaç çocuk kıyafeti satan mağazada bulamayınca kalın ve geniş bir kadın atkısı alıp Demir'in üstüne örterek bu sorunu çözdük. İyice açıkana kadar dolaştık. Sonra margarita pizayı bulduklarını iddia eden restaurantta yemek yiyerek günü sonlandırmak istesek de erken davranmıştık. Daha restaurant açılmamıştı. Yaklaşık bir saatimiz vardı. Bunu spritz içerek ve şehirle ilgili olarak bulduğumuz kitabı inceleyerek değerlendirdik. Sonra da pizalarımızı yedik. Restaurantta canlı müzik vardı. Gitar çalan müzisyen Demir'in çok ilgisini çekti. Otele döndüğümüzde terasa çıkmayı ihmal etmedik. Ama o kadar yorulmuştuk ki sadece 5 dakika kalıp odamıza geçtik. Sonraki akşamlar terasa çıkacak enerjiyi bulaladık, o yüzden teras sefamız bu 5 dakika ile sınırlı kaldı.
İlk akşam odanın havasızlığı ve Demir'in park yatakta değil de tek kişilik bir yatakta yatacak olması dolayısıyla "acaba düşer mi?" endişem birleşince beni uyku tutmadı. Tam uykuya dalmıştım ki korktuğum oldu. Bir gürültüyle uyandım. Her ne kadar yatağın kenarını yastıklar ve koltukla kapatmış olsak da döne döne uyuyan Demir düşmüştü. Onu yanımıza alınca yine zor ve rahatsız uyuyup ertesi sabaha başladık. Güzel hava, Vezüv'ü ve Amalfi kıyılarını görecek olmak bize geceyi unutturdu.







5 Mart 2015 Perşembe

Yine oyun grubu

İki hafta önce Demir bir akşam onu yatırdığımda daha önceden bir okula gittiğini, orada spor yaptıran bir ağabey ve resim yaptıran bir abla olduğunu söyleyip o okula tekrar gitmek istediğini beyan etti. Hiç beklemiyordum; hazırlıksız yakalandım.


Oyun grubunu bıraktığından beri ara ara oradan bahsediyordu. Ben de o istemediği için artık gitmediğimizi, eğer isterse tekrar gidebileceğimizi söylüyordum. Ama uzun zamandır konuşmamıştık bu konuda. Bir tarafım eylülde anaokuluna başlama olasılığı olduğu için oyun grubunun iyi olacağını söylese de Demir'i zorlamak istemediğim için başka oyun grubu aramamış konunun üstüne gitmemiştim. Demir tekrar gitmek istediğini söylediğinde de hem sevindim hem de üzüldüm. Sevindim, çünkü oyun grubu sosyalleşmesi için iyi olacaktı; başka çocuk görmeyeli uzun zaman olmuştu. Üzüldüm, çünkü ilkbaharın gelmesiyle havalar düzelecekti ve biz oraya gitmektense  yapacak başka şeyler kolaylıkla bulabilecektik. O istediği için götürmemek olmazdı. Ertesi gün haftada bir gün 2 saat olacak şekilde oyun grubunun olduğu merkeze Demir'in kaydını yaptırdım.


Geçtiğimiz cuma  günü gittik ilk kez. Eskiye oranla beni daha az yanına çağırmış olsa da su ve çiş molalarına devam etti. Etkinlikler sırasında bildiğini okumaya da. Öğretmenleriyle daha çok konuştu bu sefer. Sanat etkinlikleri sırasında "ama o öyle yapılmaz ki yani" diyen sesi geliyordu dışarıya.Spor sırasında da "Aaabii" diye başlayan cümlelerle laf yetiştiriyordu öğretmene. Onaylamadığım durumlar, tatsız olaylar yaşamaya devam edeceğiz gibi bu sefer de. Sanat sırasında kitaplardan şekiller kesip yapıştırdıklarını gördüğümde yine zor tuttum kendimi.  Kitapların kesilmesine karşıyım, hangi sebeple olursa olsun. İlk günün tatsız geçmemesi için orada sesimi çıkarmasam da akşam Demir'e kitapları kesmemesi gerektiğini sebepleriyle anlatan bir vaaz vermeyi ihmal etmedim kendimce. Böyle durumların az olacağını umarak devam oyun grubuna, şimdilik.

4 Mart 2015 Çarşamba

Kara doyduk

Bütün İstanbul'u kaplayan son 28 yılın rekortmen karı Beylikdüzü'ne daha da özenli davrandı. Demir bir önceki kar yağışından sonra ara ara "ne zaman kar yağacak?" diye soruyor; kar toplamak istediğini, kardan adam yapmak istediğini söylüyordu. Biz de bir daha yağarsa bunları gerçekleştirebileceğini söylesek de çok umutlu değildik; yaklaşan fırtınadan habersizdik. Birkaç hafta önce salı akşamüstü başlayan kar bir gün içinde bizim apartmanın bahçesini dizlerime kadar gelen karlarla doldurdu. Çarşamba günü Can'ın da evde olmasını fırsat bilip yağan kara aldırmadan çıktık dışarı. Çok soğuk olmasına rağmen biraz oynadık. Can Demir'i arabanın üstüne oturttuğunda Demir'den mutlusu yoktu. Ertesi gün ise kar dinmişti. Bahçeye çıktığımızda yürümekte zorlanabileceğimiz kadar çok kar vardı. Can ve Demir ellerine süpürgelerini alıp arabayı temizlemeye koyuldular. Bahçeyi de temizlemek istesek de o kadar çok karla bizim baş edebilmemiz mümkün olmadığından vazgeçtik. Karşımızdaki apartmanın bahçesinde kocaman sevimli bir kardan adam olduğunu camdan görmüştüm. Öylesini yapamayacağımızı bildiğimden Demir'i o kardan adamla tanıştırmak istedim. Ama o apartmanın bahçesindeki kar kalınlığı Demir'in boyundaydı neredeyse; yürüyemiyordu. Yılmadım; onu çeke çeke götürdüm kardan adama. Çok sevdi. Saçlarını, burnunu, düğmelerini inceledi. Karlara yatıp boylarımızı ölçmekten de geri kalmadık. Akşamüstü tekrar çıktığımızda bahçede ufak kardan adamlar yapmaya çalıştık. Can'la Demir kaydıraktan kar toplarını keyifle kaydırdılar.

Bu karlı günlerde belediyemiz ne yazık ki benim gözümde sınıfta kaldı. Anayollardan bazılarını temizlemiş olsalar da ara yolları ihmal ettiler. Haftalar öncesinden Can Demir'e onu Beton Fuarı'na götüreceğine ve kamyonlara bindireceğine dair için söz vermişti. Ya yollar açılmazsa da Demir'i götüremezsek diye bayağı dertlendim belediye yüzünden. Neyse ki Can arabayı temizlediği için ve yollardaki buzlar da yavaş yavaş erimeye başladığı için cuma sabahı Demir'i fuara götürebildik. İyi ki de götürmüşüz. Can'ın anlattığı kadarıyla Demir bir kamyondan inip diğerine binmiş defalarca. Kendi anlatırken de gözleri parlıyordu.

Demir bu sefer kara da doymuş anladığım kadarıyla. Artık sormuyor ne zaman kar yağacak diye. Yeni sorusu: Ne zaman yaz gelecek?