6 Nisan 2016 Çarşamba

En hızlı yarışçı

Demir okula başladığından beri genelde sabahları babasıyla okula gidiyor, akşamüstleri benimle eve dönüyor. Benim dersimin ve Can'ın toplantısının olduğu günler hariç. Bizim dönüş yolculuklarındaki sohbetlerimiz ağırlıklı olarak arabalar ve motorlarla ilgili oluyor. Demir'e göre ben iyi ve hızlı araba kullanıyorum. O yüzden benim iyi bir yarışçı olduğumdan bahsediyoruz. O bazı arabaları geçmemizi istiyor, ben trafik ve kurallar izin verirse geçiyorum,  vermezse neden geçemeyeceğimizi, kuralları anlatıyorum. Böyle durumlarda Demir arabaya kanat yapacağını veya bana bir yarış arabası ya da motor alacağını; bu sayede çabucak eve gidebileceğimizi söylüyor. Ve başlıyoruz arabanın veya motorun rengine, markasına ve modeline karar vermeye, motor kıyafetlerimizin ve kaskımızın rengini belirlemeye. Geçen gün bunun için motor dergisi alıp resimlerine bile baktık. Bir ara Demir üniversiteye onu motorla benim götüreceğimi söylüyordu ki her defasında kahkahalarla gülüyordum o sahneyi gözümde canlandırıp. Eskiden çok istiyordum motor kullanmayı. Bunun için gittiğim kursta motordan kötü bir şekilde düşünce erteleledim bu isteğimi bir süreliğine. Şu anda ehliyet sınavına hazırlanmak bile zor geliyor. Şimdi ben Demir'in en hızlı yarışçısıyken belki gün gelir o benim en hızlı yarışçım olur da gezdirir beni motoruyla...

5 Nisan 2016 Salı

Demir Barselona'da - 3.gün

Tatilimizin son sabahına Parc de la Ciutadella'de başladık. Kocaman parkta dolaştık. Demir hem oyun parkında oynadı hem de dallardan kılıçlar yapıp bizi yakalamaya çalışarak bizi hayretler içinde bıraktı (nereden öğrendiğini bilmediğimiz bu oyunlar başka bir yazının konusu). Parktaki çeşmenin tepesine tırmandık Demir'le. Oradaki at ve aslan heykelleri ve çeşmedeki ördekler Demir'in çok ilgisini çekti. Sonrasında rotamızı eski şehre çevirdik. Demir katedrali göremeden uykuya daldı. Biz de hem eski şehri, Barri Gotic'i, gezdik hem de Barselona'nın tatlılarının tadına baktık. Demir'e pasta almayı unutmadık tabii. Belediye ve meclis binalarının bulunduğu meydandan geçip tekrar La Rambla'ya çıktık. Hepimizin karnı acıkmıştı; yerel bir lokantada tapas ve sangria ile vedalaştık. Sonrasında Demir'e söz verdiğimiz üzere teleferiğe binmek için yola çıktık. Yaklaşık 1,5 saat sıra bekledikten sonra teleferiğe binip şehrin üzerinde yükselerek Montjuic'e tırmandık. Oradan şehri seyrettik ve bol bol fotoğraf çektik. Sonra otobüsle tekrar şehre inip sahile gittik. Demir bir kez daha kumlarla oynadı ve denizle vedalaştı. Ben teleferik sırasında yediğim rüzgarın etkisiyle hem üşümeye başladım hem de dayanılması güç bir baş ağrısı çekmeye başladım. Bunun üzerine kendimizi en yakındaki rahat yemek yiyebileceğimiz bir İtalyan lokantasına gittik. Orada biraz daha iyi hissetmeye başladım ve yemeklerimizi yedik. Sonrasında da otelimize döndük. Tatilimizin son günü biraz keyifsiz bitmiş oldu böylelikle.

Ertesi gün uçağa bindiğimizde Demir'le gezmek gittikçe zorlaşıyor diye düşünüyordum. Eskiden arabasından etrafı seyrederdi, bir tek yemeklerde bizi zorlardı. Şimdi ise yemeklerini daha rahat yiyor, biz de çok üstüne gitmemeyi öğrendik zamanla, o yüzden bu konuda bir sıkıntı yaşamıyoruz. Fakat her sözün içinde artık. Can'la konuştuklarımızı merak ediyor, arabasında dolaşmak istemiyor sık sık, kendi istediği yerlere gitmek istiyor. Bunlar da bizi zorluyor zaman zaman. Ama tüm zorluklara rağmen keyifli Demir'le gezmek. O yüzden fırsat buldukça gezmeye devam. Ve tabii yazmaya da....