7 Haziran 2016 Salı

Demir Bodrum'da-1

Tezimi bitirmek için çalıştığım son günlerde o kadar sıkılmıştım ki bir tatilin hayalini kurmaya başlamıştım. Herhangi bir tatilin değil ama. Bodrum'da, hatta Akyarlar'da bir tatilin. Uzun bir zaman her yıl ağustos aylarında 15 gün, bazen de mayıs ayında annem, babam, ağabeyim ve ben oradaki devre mülke giderdik. Oranın denizini, havasını çok severdim, çok özlemiştim ve oraya gitmek bana iyi gelecek gibi hissediyordum. Kalabalıktan uzak olabilmek için mayısın son haftasına denk getirecek şekilde uçak biletlerimizi ve otel rezervasyonumuzu yaptım. Can gelemeyeceği için Demir'le ikimiz gidecektik. Başlarda çok hevesli ve cesaretliydim. Tatil yaklaştıkça düzelmeyen havalar biraz hevesim kaçırdı, Demir'in huysuzlaşabileceği fikri de cesaretimi kırdı. Ama yine de iki hafta önce pazartesi sabahı bir hayalin peşinde gittik Demir'le Bodrum'a.

Uçakla Milas'a vardıktan sonra havayolunun servisiyle Turgutreis yollarına düştük. Demir'in de benim de uykum gelmişti, bu yüzden yolculuğun bir kısmını uyuyarak geçirdik. Turgutreis'ten de minibüsle Akyarlar'a vardık. Otelimizi Akyarlar'ın girişinde gibi hatırlıyordum, fakat daha ilerdeymiş. Büyük bir bavulu kumlarda itmenin ne kadar zor olduğunu deneyimledikten sonra otelimize vardık. Otelin sahibi bir bana bir Demir'e bakıp "Demir Bey gelmedi mi?" diye sorarak bizi karşıladı. Demir'i görünce kısa süreli bir şaşkınlık yaşadı. Sanırım anne ile küçük bir çocuğun tatile gelmesi pek rastladıkları bir durum değildi. Oteldeki tek misafirler olarak odamıza yerleştik. Demir denize girmek için çok hevesliydi. Bu yüzden rüzgarlı havaya aldırmadan mayolarımızla hemen otelin önündeki kumsala attık kendimizi. Demir'in simidini, kovasını ve oyuncaklarını da unutmadık tabii. Biraz oynadıktan sonra denize girdik. Fakat su gerçekten soğuktu; Demir'in hiç hoşuna gitmedi. Tam tersine benim de çok hoşuma gitti. Bu yüzden onu kurumaya bırakıp ben biraz daha yüzdüm. Otelde öğle yemeğimizi yedikten sonra biraz daha oynadık. Akşam yemeği için annemlerle daha önceden gittiğimiz pideci vardı aklımda. Minibüsle oraya gittik. Babamı yakından tanıyan pidecinin sahibi yıllardır görmemiş olduğu halde beni tanıyarak beni şaşırttı. Demir'le sohbet etmeyi de ihmal etmedi. Demir  o kadar çok yorulmuş ki akşam çabucak uyuduk. Saatinde uyuduğu tek akşam da bu oldu. Bense gün içinde bol bol gözlerim dolduğu, hatta bazen de ağladığım için acaba doğru yaptık mı buraya gelmek ile diye düşündüm. Sanki bir köşeden annem, Gül Teyze, Sedat Amca çıkacak, "hadi akşam şuraya yemeğe gidelim!" diyecekler ya da ellerinde aldıkları örtülerin torbalarıyla belirip hevesle bana gösterecekler gibi hissetim tüm gün. Minibüste, pidecide, sahilde, çay bahçesinde, her köşede bir anı. Onları düşünürken uyumuşum.   

Ertesi sabah otelde kahvaltımızı ettikten sonra sahilde biraz yürüdük. Denizin kenarındaki evlere baktık, otelleri inceledik. Demir denize taş attı.  Sonrasında kapalı ve rüzgarlı havaya aldırmadan Akçabük'ün plajına gittik. Benim hatırladığım plaj değişmiş bir 'beach' olmuştu. Ama sezon daha başlamadığı için de bir 'beach' görünümünden çok uzaktı. Kumlarla oynadık, su çektik. Deniz yine soğuktu; Demir girmek istemedi, bense istediğim kadar giremedim. Akşam Turgutreis'e gideceğimiz için fazla gece kalmadan otelimize döndük. Hava biraz açtı, güneş yüzünü gösterdi biz yoldayken. Turgutreis bomboştu. Bu ıssızlık beni hem şaşırttı hem de hüzünlendirdi. Eski canlılığını özlemiştim. Neyse ki her gittiğimizde mantı yediğimiz lokanta değişmemişti. Onu bulup karnımızı doyurduk. Dondurmacı da değişmemişti, dondurmalarımızı da afiyetle yedik. Sahilde biraz yürümek istesek de rüzgar çıkmıştı yine. Biz de otelimize dönüp sakin bir şekilde ikinci günümüzü sonlandırdık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder