18 Nisan 2014 Cuma

Küçük Adam Emirgan Korusu'nda

Demir renklere karşı çok ilgili. Kırmızı renk favorisi. En çok sevdiği ikinci renk ise turuncu. Konuşmaya başladıktan kısa bir süre sonra da renkleri adlandırmaya başladı. Oyuncakların, yolda gördüğü arabaların renkleri cümlelerinin bir parçası oldu. Emirgan Korusu'nda lale zamanının gelmiş olduğunu öğrendiğimden beri Demir'i götürmek istiyordum renk renk laleri görmesi ve arabasız bir alanda keyfince koşturabilmesi için. Hafta sonları korunun çok kalabalık olacağını düşündüğümden haftaiçi gidelim istiyordum. Dün, perşembe günü, gittik. Trafiğin gün içindeki diğer zamanlara oranla daha az olacağını düşündüğüm bir saatte çıktık yola. Beylikdüzü'nden Emirgan'a varmak yoldaki trafik kazaları ve o saatte nereye gittiğini çok merak ettiğim onca araba sebebiyle uzuuuun sürdü. Ben tam trafikten bunalmak üzereyken vardığımız korunun yakınlarında da bizi uzuuun bir araba kuyruğu karşıladı. Kuyruğun en sonundaki yerimizi aldık ve beklemeye başladık. Biz ilerledikçe arkamızda da sürekli uzayan bir kuyruk oluştu. Sabırla bekledikten, Demir sütünü içtikten, ben onun üstünü değiştirdikten sonra korunun içindeki yerimizi almayı başardık. İspark görevlisinin bize 2 saat için verdiği bileti başarımızın bir kanıtı olarak yanımıza alarak dolaşmaya başladık. Çicekler güzeldi ve Demir'de beklediğim etkiyi yarattılar. Renklerini söyle söyleye aralarında dolaşmaya, hepsine bakmaya ve üzerlerinde gördüğü arıları incelemeye  başladı küçük adam. Beyaz Köşk'ün yakınlarındaki havuzu hayranlıkla seyretti. Oradan denizin görüldüğünü fark etmemizle birlikte ağaçların arasından görebildiği kadarıyla gemilere baktı. Çocuk parkındaki kaydıraklardan kaymaya çalıştıysa da yaşları 4 ile 14 arasında değişen kalabalık bir grup çocuk sürekli birbirini itip kakarak sadece küçük çocuklar için yapılmış olan kaydıraktan kaymaya uğraştığından ve 10-14 yaşındaki kız çocuklarının simsiyah baş örtüleri ve uzun pardesüleri Demir'i korkuttuğundan bu girişimi benim tarafımdan engellendi. Arabasına isteği dışında oturtulan Demir'i göl ve ördekler göreceğimizi söylemem sakinleştirdi. Gölet etrafı korunun diğer alanlarına göre daha sakin ve daha az kalabalıktı. Banklardan birine oturup küçük şelaleyi ve göletteki beyaz ve siyah kuğuyu seyretmek kalabalıktan şaşkına dönmüş olan beni bile biraz sakinleştirdi. Yemeğimizi de gölet manzarası karşısında yedikten sonra biraz daha lalelerin arasında dolaşıp dönüş yolculuğumuza geçtik.

Çıkış kapısındaki araba kuyruğunu da atlattıktan sonra kendimizi İstanbul caddelerine vurduk. Açık hava Demir'i çarptığından dönüş yolculuğunun bir kısmında uyudu. Ben de bu süre zarfında "o kalabalık neydi öyle? Bir daha  haftaiçi de gelinmez buralara? En iyisi pazar sabahı erkenden gelmek, ama o bile riskli. Neyse ki Demir kalabalıktan çok rahatsız olmadı" diye düşünüp; daha önceden 'köşklerden birinde oturup önce Demir'e yemeğini yediririm, sonra ben de sakince yemek yerim' (Beyaz ve Sarı Köşk'te boş mama sandalyesi olsa da boş masa yoktu. Ayrıca sakinlikten söz etmek mümkün değildi), 'Demir uyursa ben de bir banka oturup açık havada kitap okurum' (boş bank az sayıda da olsa vardı, ama Demir'in etrafta onca uyaran varken uyumaya niyeti yoktu, zaten benim de o kalabalıkta ve uğultuda okuma isteğim kalmamıştı) şeklinde kurduğum hayallere yandım.  Eve dönünce koruda gördüklerini neşeyle anlatan Demir'in keyifli ve değişik bir gün geçirmiş olması saatlerce araba kullanmanın ve kalabalığın yarattığı yorgunluğumu hafifletti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder