11 Mayıs 2015 Pazartesi

Ada Sefası

İstanbul'un en sevdiğim yerlerinden  biridir Adalar. Fazla sık gitmesek de, görmesek de varlıkları değerlidir benim için. Geçen hafta perşembe günü Can işten izin alınca Demir'i de tanıştırdık onlarla. Daha önceden hiç mayıs ayında gitmediğim için bunu planlarken "acaba, dükkanlar ve lokantalar açık mıdır? Demir'e yemek bulabilir miyiz?" gibi sorular vardı kafamda. Vapura binmek için Kabataş'a vardığımızda bu soruların çok yersiz olduğunu anladım. Bizi iskelede o kadar büyük bir kalabalık karşıladı ki şaşırdım. Demir rahat rahat denizi ve martıları seyredebilsin diye vapurun en üst katında dışarıya oturduk. Simitlerimizi yiyerek yolculuğumuza başladık. Demir'in çok hoşuna gitti. Martılara simit vermeye çalıştı, heyecanla adaların isimlerini sordu, diğer yolcularla da muhabbeti eksik etmedi tabii. Biz de deniz havası aldık. Can bol bol fotoğraf çekti. Arada yerimize oturmaya çalışan ve oturduğumuz yerin önünde durup Demir'in manzarısını kapayan yolculara delici bakışlar attık; keyfimiz kaçmasın diye sesimizi çıkarmamaya çalıştık. Her ne kadar Heybeliada en sevdiğimiz ada olsa da Demir atları görüp faytona binmek istediği için biz de Büyükada'ya gittik. 

Adaya vardığımızda Demir'in uyku saati gelmişti. Sahilde yürüyüp onun arabasında uyumasını bekledik. O uykuya dalar dalmaz da kendimizi sahildeki balıkçılardan birine attık. Güzel hava, yemek ve müzik birleşince iyice keyiflendik. Demir uyanınca neredeyse masamıza çıkacak martılarla çok ilgilendi. Onlarla balığımızı ve ekmeğimizi paylaştık. Sonrasında adada yarım saatlik fayton turumuzu yaptık. Demir atlarla, bizse adadaki yalılar ve köşklerle daha çok ilgilendik :) Mola verdiğimizde faytoncu Demir'i atların üstüne oturttu ve onları sevmemize izin verdi. Fayton turumuzu dondurma sefamız  takip etti. Sonrasında saat 6'yı geçerken tekrar Kabataş vapuruna binip geri döndük. Dönüşte neyse ki vapur kalabalık değildi. Rahat rahat oturup denizi seyredebildik. Ama bütün günün yorğunluğu Can'la benim üstüme çökmüştü; Demir uyusa da biz de biraz kestirsek diye düşünüyorduk. Ama o enerji doluydu. Babasının çektiği resimlere baktı, yolcularla sohbet etti. Bu sırada hava değişmiş, gökyüzünü kara bulutlar kaplamıştı. Kabataş'tan finikülerle Taksim'e çıkıp yemek yemek için bir restauranta girdikten birkaç dakika sonra şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. Saat geç olduğu için yemekten sonra yağmura rağmen dışarıya çıktık.  Birkaç dükkan dışında meydandaki otellerden bazıları da dahil olmak üzere her yer kapkaranlıktı. Sokak lambaları bile yanmıyordu. Biraz stresli bir şekilde Demir'in arabasını hızlı hızlı iterek yolumuzu bulup otoparka vardık. Islanmış olsak da hem yorgunluktan bir an önce eve gitmek istediğimiz için hem de daha önce Taksim'de hiç böyle bir macera yaşamamış olduğumuzdan bu durumun üstünde durmadık. Artık Demir'in de enerjisi tükenmişti; yolda çabucak uyudu. Keyifli bir ada yolculuğunu geride bıraktık böylece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder