21 Ağustos 2015 Cuma

Demir Çeşme'de

Yazmayı birkaç gün önce bitirmiş olsam bile üzerinden neredeyse 2 ay geçen Ayvalık tatilinden sonra bu yazki ikinci tatilimizde rotamız Çeşme'ydi. Daha önce birkaç sene üst üste gitmiş, sakin bir otelde kalmış, denizine bayılmış, anlata anlata bitiremediğimiz Alaçatı  sokaklarına 2010 yazında annemi ve babamı da götürmüş, doyasıya dolaşmıştık. Bu sene özlediğimiz için çok kalabalık olduğuna dair etraftan aldığımız duyumlara aldırmadan bir pazartesi günü sabaha karşı çıktık yola. Demir Eskihisar'a kadar uyumadığından bol bol sobet ederek feribota bindik. Güneşin doğuşunu seyredip Yalova'ya vardık. Demir biraz uyudu, biraz etrafını seyretti, bol bol da sohbet etti. İzmir'e varmamıza az kala dağın eteklerinde yeşillikler içinde bir bahçede molamızı verdik saat 9.30 civarı. Can buraya daha önceden işten arkadaşlarıyla gelip çok  beğenmeşti. Haklıymış da. Demir bahçedeki horozlar, tavuklar, ördekler ve midilliyle ilgilenirken biz de kahvaltıyla ilgilendik ve karnımızı doyurduk. Sonrasında da kısa sürede Çeşme'ye vardık. 

Daha önceden kaldığımız otel el değiştirip hostele dönüştüğü için Boyacık mevkiinde başka bir otele yerleştik. Fazla vakit kaybetmeden hazırlanıp Altınkum'a gittik. Oradaki plajlardan birine girdik. Denizi soğuk, tertemiz ve kumluktu. Yani benim için ideal denizdi. Demir dalgalardan biraz çekinse ve başlarda girmek istemese de daha sonra alıştı. Bunda denizdeki deniz yataklarının da rolü büyük oldu. Onlara binme isteği o kadar ağır bastı ki denize de girdi bu vesileyle.Tesisteki yemekler de temiz olunca hepimiz memnun kaldık ve tatilimiz boyunca her gün oraya gittik. Demir öğlen uykularını şezlongta uyudu, makarna ve sigara böreğiyle karnını doyurdu, bol bol denize girip biraz da kumlarla oynadı. Dondurmalar yaptı, babasıyla su çıkarıp kaleler inşa ettiler, küçük kurbağasını yüzdürdü. Bir de denizin ortasındaki tramplenli büyük deniz yataklarına çıkan en küçük kişi oldu büyük ihtimalle. Tramplendeki kişilerin şaşkın bakışları "bu yaştaki çocuk da çıkarılır mı, ne kadar da tehlikeli!" der gibiydi, ama bizi hiç ilgilendirmedi. 

Akşamları farklı planlar yaparak gündüzki monotonluğu bozmaya çalıştık. İlk akşam yorgun olduğumuz için Çeşme'ye gidip ev yemekleri yapan bir yerde yemeğimizi yiyip dondurmamızı da yedikten sonra odamıza döndük. İkinci akşam Ilıca'ya gittik. Tadıyla daha önceden hafızamıza kazınmış pidelerden yiyip sahilde dolaştık. Tüm sahil şeridini ele geçirmiş olan kumrucular dolayısıyla çay bahçesi gibi bir yer bulamayınca biz de bir kumrucuda oturup çay kahve içtik. Üçüncü akşam Alaçatı'ya gittik. İnternetten bulduğumuz bir lokantada yerimizi daha önceden neyse ki ayırtmıştık, yoksa kalabalıktan aç kalabilirdik sanırım. Yiyeceğimiz güzel yemeklerin hayaliyle kalabalıkla sürüklenerek lokantayı bulduk. Yemekler hayalimizde kaldılar ne yazık ki. Sonra güzel bir dondurmanın ardından Demir uyuyunca geceyi uzatabiliriz diye umsak da gelmeyen siparişler ve çaya kahveye istenen yüklü meblağlar yüzünden otelimize geri döndük. Son akşam da Çeşme'nin içine gittik. Önce Demir ve ben yemeklerimizi yedik, sonra da Can kumrusunu yedi daha önceden gittiğimiz, bir sokak arasında salaş olarak hatırladığımız ama artık öyle olmayan kumrucuda. Sonra da kalabalık bakımından Alaçatı'yı aratmayan Marina'yı dolaştık. Dönüşte lunaparka uğradık ve Demir atlıkarınca ile tanıştı. Bir de trene bindi makinist olarak.Haftasonu kalabalığına kalmadan cuma sabahı yola çıkıp evimize döndük.

Bu tatilimize benim açımdan damga vuran olaylar ve kişiler ise:
- Otelimize vardığımızda Demir'in bebek yatağı daha önceki çoğu tatilimizde olduğu gibi odamızda yoktu. Bu duruma sinirlensem de tatsızlık olmasın diye sesimi çıkarmamış ve hatırlatmamız üzerine kısa sürede geldiği için de üzerinde durmamıştım. Bizi bekleyen süprizden haberim yoktu tabii. İlk akşam otelimize döndüğümüzde aile işletmesi olan otelin tüm personeli kapıda bizi bekliyordu. Rezervasyonlarda bir karışıklık olmuş, eğer biz bebek yatağını kullanmıyorsak başka bir müşteri için ihtiyaçları varmış. Böylesini ilk defa duyuyordum ve sinirlenip tepkimi gösterdim. Bunun üzerine de üste çıkıp benim tepkimi eleştirdiler. Can'a göre otelin sahibi bana küstü bile. Bense bu duruma ağlasam mı gülsem mi bilemedim bir türlü.
- Alaçatı'da yemek yediğimiz restaurantta içkim masaya dökülünce garsondan temizlemesini istediğimizde kendisi yaklaşık 10 tane peçete getirip masanın üzerine bıraktı. Gelemeyen buzlar, gülmeyen yüzler ve servisten memnun kalmadığımızı söylediğimizde boş boş bakan gözler de cabası. Buradan sonra gittiğimiz, sağ ve sol masamızdakilerle iç içe oturduğumuz kahvede gelmeyen siparişler ise ilk durumun rastlantı olmadığının, Alaçatı'daki genel yaklaşımın böyle olduğunun kanıtı. Bunlara ek olarak Can'ın kumrucusunda bir şişe kola için ödediğimiz 5 TL var ki Çeşme'nin özeti.
- Çeşme'ye gitmeden önce yazlıkta denize girmeyen Demir (yazlık maceraları tabii ki başka bir yazının konusu) neyse ki Çeşme'de bol bol denize girdi. Daha önceki bazı tatillerde olduğu gibi her şeyi babasıyla yapmak istedi. "Baba yemeğimi yedirsin", "baba giydirsin", "baba dondurma yapsın", "babayla denize gireceğim" vs. Ben de "ohh biraz rahat ederim" diye düşünsem de bazen bozulmadım değil bu duruma. Ama birlikte vakit geçirmek iyi geldi ikisine de.
- Krizsiz tatil olmaz tabii. Yaşanan krizler el birliğiyle çözüldü kısa sürede. 
- Demir bir akşam dışında arabasında uyumayı reddedince biz de geceleri erken sonlandırmak zorunda kaldık. Odamızın balkonu imdadımıza yetişti de o uyuduktan sonra bir şeyler içip kitap okuyabildik açık havada. Oteli genel olarak sevmesem ve bir daha gitmeyi düşünmesem de balkonunun hakkını vermem lazım. 
- Her ne kadar "yakın bir gelecekte gelinmez tekrar buraya"  desem de soğuk ve berrak deniziyle benim gönlümde, deniz yataklarıyla da Demir'in gönlünde bambaşka bir yere sahip oldu bu tatilin sonunda Çeşme.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder