2 Ekim 2015 Cuma

Bayram tatili- Milano

Bu yılki kurban bayramı tatilinde bir taşla iki kuş vurup hem benim katılacağım bir kongre için hem de gezmek ve yemek için İtalya'ya gittik Demir'le. İlk durağımız Milano oldu. Yağmurlu bir hava karşıladı bizi. Demir'in arabasının yağmurluğunu unutmuş olduğumuzu böylece fark ettik. Otelimize vardıktan sonra önce bir market bulup Demir için süt ve meyve alışverişini yaptık. Ardından da makarna ve pizza için otelin yakınlarındaki bir restauranta gittik. Gerçekten lezzetli olan yemeklerimizden sonra erkenden yatıp ertesi güne hazırladık kendimizi. Neyse ki sabah güneşli bir güne uyandık. Demir ne yiyebilir acaba diye uzun uzun düşündüğümüz kruvasanlı kahvaltımızdan sonra düştük yollara. Metro istasyonlarında asansör olmamasının şokunu yaşayıp Demir'in arabasıyla merdivenleri inme ve çıkma savaşları verdikten sonra şehrin merkezine vardık. Gösterişli vitrinler, tanınmış mağazalar ve yüksek rakamlı etiketler ile her yer buram buram alışveriş kokuyor gibi geldi bana. Milano Moda Haftası'na denk geldiğimizden habersiz bir defilenin çıkışına yakalandık. Ellerinde fotoğraf makineleriyle paparaziler boyları ve kıyafetlerini göz önünde bulundurarak manken veya sosyete güzeli olduğuna karar verdiğimiz kadınların fotoğraflarını çekiyorlardı; bazıları ayakkabılarına odaklanıyordu. Can da makinesiyle bu anı belgeledi  (Bu tatilin bizim için farklı olan taraflarından  biri ailemizin fotografçısının bu sefer ben değil de Can olmasıydı. Tatil boyunca "şunu da çeker misin? Bak, bu sokak ne güzel, bizi çeksene" diyerek talimat vermekten geri kalmadım tabii bu durumda). Milano kitapçığımızın bizi yönlendirdiği sokaklarda başladık dolaşmaya. Birkaç kilise gördük.Parkın içindeki çocuk bahçesinde Demir bol bol oynadı, tırmandı, akrobatik hareketler yaptı, düşerek beni korkuttu. Tüm tatil boyunca en çok bu an mutlu oldu sanırım. Çok eskiden hastane olan üniversite binasını gezdik. Az sayıdaki kanalları dolaştıktan sonra Demir'i şimdiye kadar binmediği tek ulaşım aracı olan tramvaya da bindirerek şehrin simgesi olan katedralin (The Duomo) olduğu meydana vardık. Demir uyuyunca biz de kalabalığın içinde biraz dolaştık, yemek yedik. Vittorio Emanuelle II Galerisi'ni gezdik. Galerinin tabanındaki boğaya ayağımı koyarak kendi etrafımda dönüp dilek dilemeyi ve "bu ne pahalılık, değer mi hiç?" diye vitrinlere yorum yapmayı atlamadım. Sonra Demir uyanınca Milano'nun özel lezzetlerinden  panzerotti (içinde mozarella ve domates olan kızarmış hamur) yedikten sonra katedralin içini dolaştık. Gelato molasının ardından şehrin sokaklarını adımlamaya devam ettik. Sforzesco Kalesi görkemiyle bizi çok etkiledi. Arkasındaki büyük parkta ördekleri seyrettikten sonra Piazza Cadorna'ya vardık. Yakınlarda bir kafede oturup spritzlerimizi içtik. Demir akşam yemeğini yedikten sonra Milano'nun gece halini de görüp otelimize döndük.  
Milano'da hiç müze gezemedik. Tatilimize başlamadan önce dersimizi iyi çalışmadığımız için Leonardo da Vinci'nin 'Son Akşam Yemeği' tablosunu da göremedik. Kitaptan öğrendiğimizde çok geç kalmıştık rezervasyon yaptırmak için. Genel olarak Milano diğer gezdiğimiz İtalyan şehirlerine oranla çok farklı geldi bana. Şık, tarih yerine alışveriş kokan, sevdiğim ufak balkonlu az katlı binaların yerine vitrinlerle dolu büyük gri binalar içeren, dar sokakların yerine geniş caddeleri olan sanayileşmiş görüntüsüyle bana İtalya'da olduğumu hissettirmeyen bir şehir olarak yer etti hafızamda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder