9 Mayıs 2014 Cuma

Demir'le Viyana 5-Veda




Zaman Viyana’da da hızla geçti ve tatilimizin son gününe erken bir saatte başladık. Otelimizde kahvaltı ettikten sonra çıkış işlemlerimizi yaptırıp bavullarımızı otelde bıraktık. Otelimize yürüyüş mesafesinde olan Belvedere Sarayı’na gittik. Tatildeki en güzel hava o sabahtı. Biz de yolda ve sarayın bahçesinde rahatça dolaşabildik. Daha sonra Unteres Belvedere’yi özellikle Gustav Klimt’in tablolarını görmek için dolaştık. Demir de farklı ressamların resimlerini görebilsin istiyorduk. Fakat uyku saatine denk gelince Demir uyumayı tercih etti. Biz de resimleri onun sıkılmasından endişelenmeden inceleyebildik. Sergiyi bitirdiğimizde Openheimer’in Die Philarmoniker isimli tablosu ve Laske’nin Das Narrenschieff isimli tabloları Klimt’inkilere oranla daha fazla zihnimizde yer etmişti. Demir’de tam saraydan çıkarken uyandı ve şehir merkezine giderken etraftaki binaları inceledi. Konsoloslukların olduğu caddeden geçerken farklı farklı ülkelerin bayraklarını gördük ve Can Demir’e bunları tanıtmaya çalıştı.


Günümüzün bundan sonraki kısmını Viyana lezzetlerini tatmaya adadık. Tatilimizin ilk gününde isteyip de gidemediğimiz lokantada bu sefer yer bulabildik. Orada şinitzel yemeden dönseydik üzülecektik. Sonra tatlı düşkünlüğümüze yenilip Viyana kitapçığımızın önerdiği Gerstner’de bir dilim pastayı paylaştık abartmamak için.  Demir et yemeyi sevmese de bizimle birlikte şinitzel yedi, tatlıyla arası olmasa da daha isteyerek pastadan yedi. Ağzının tadını biliyor küçük adam:) Viyana’da çok Türk olduğunu bildiğim için tatil boyunca birkaç turist dışında hiç Türkle karşılaşmamış olmak beni şaşırtmıştı.Gerstner’de şaşkınlığım geçti, çünkü garsonumuz Türktü. Bu durumu karşılıklı olarak Demir’in konuşmaları sayesinde tam kalkarken fark ettik ve kendisiyle Türkçe vedalaştık.


Artık Viyana’yla da vedalaşma vakti gelmişti. Can bavulları almak için otele gitti. Biz de Demir’le metroya kadar yavaş yavaş ilerledik. Trenimize binip havaalanına gittik. Dönüş uçağımız büyüktü. Cam kenarındaki 2 kişilik koltuklara 3 kişi oturmak zorunda kaldık. Demir’i uyutacak yerimiz olmadı. Zaten Demir’de havaalanında uyuduğu için uyuyacak halde değildi. Şimdiye kadar “artık demir’le rahatça uçağa binebiliyoruz” diyen ben bu söylemimi “artık Demir’le rahatça uçağa binebiliyoruz, tabii uyursa” şeklinde değiştirdim. Demir’i oyalamak kolay olmadı. O güne kadar televizyon seyretmeyen Demir’e çizgi film açmaya bile razı oldum. Ama Demir hiç ilgilenmedi. Tom’a kedi, Jerry’e de fare dedikten sonra konuşmaya, gazeteleri karıştırmak istemeye, camdan dışarı bakmaya çalışmaya devam etti. Neyse ki Can benden daha sabırlı davranıp onunla vakit geçirmek konusunda başarılı olabildi. İstanbul’a vardığımızda hepimiz yorgunduk. Demir'le ilk yurt dışı seyahatimizden daha zor, kimi zaman keyifli kimi zaman yorucu bir tatil geçirmiştik. Bol bol resim çekip sonradan Demir’e anlatacağımız güzel anılar biriktirmiştik. Darısı gelecek tatillere...   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder