2 Mayıs 2014 Cuma

Demir'le Viyana 1- Medeniyet

Demir'le ikinci yurt dışı seyahatimizi gerçekleştirdik. İstikametimiz bu sefer Viyana'ydı. Birkaç yıl önce gitmiş; gezmiş gezmiş bitirememiş;  " biz buraya yine gelelim" demiştik. Daha önceden gitmiş olduğumuz bir şehri tanıdığımız için  Demir'le orada gezmek kolay olur diye düşünüp 25 nisan sabahı havaalanına doğru yola çıktık. Demir'i normalde uyandığı zamandan saatler evvel uyandırmak içimize sinmedi, ama uçakta uyur diye düşündük. Demir uçak kalkana kadar havaalanındaki uçakları, bavul taşıyan arabaları, gözetleme kulesini ve yolcu taşıyan otobüsleri seyredip hepsini bize anlattıktan sonra çabucak uyudu ve 2,5 saate yakın olan yolculuğun büyük kısmını uyuyarak geçirdi.  Viyana'ya varınca keyifli bir şekilde uyandı. Pasaport kontrolu için terminale girdiğimizde giden yolcu ve gelen yolcuların aynı terminalde olduklarını görüp kısa bir şaşkınlık yaşadık. Bavullarımızı aldıktan sonra 16 dakikada bizi şehir merkezine götürecek olan trenimize bindik. Tren tabii ki tam zamanında geldi. Hem bavulumuzu hem Demir'in arabasını koyabilecegimiz, ve o arabasındayken onun karşısında oturabilecegimiz bir yeri kolaylıkla bulup yerleştik. Trenden inip aktarma yaparak metroya bindik. Otelimize vardığımızda bizi hoş bir süpriz karşıladı: Şimdiye kadar kaldığımız oteller içinde ilk defa birinde Demir'in yatağı odamızda hazır bizi bekliyordu. Kısa sürede odamiza yerleşip sırt çantalarımızı hazırlayıp Demir'in bezlerini ve kıyafetlerini arabasının altındaki bölmeye yedekleyip Viyana'nın caddelerini keşfe çıktık. Üç günlük tatilimiz boyunca  detaylarını daha sonra yazacağım farklı yerleri gezerek Demir'in ve bizim ilgi alanlarımız doğrultusunda şehrin tadını çıkarmaya çalıştık. Bu süre zarfında kalabalıktan bunalmadan rahatlıkla toplu taşıma araçlarını kullanabildik.  Metro ve tren istasyonlarında yaşlı olmadığı veya bebek arabası olmadığı halde asansörlere binmek için itişip kakışanlar dolayısıyla dakikalarca sıra beklememiz gerekmekti. Yemek yediğimiz her restaurantta  mama sandalyesi bulabildik. İstanbul'da her yere taşıdığımız İkea mama sandalyemizi hiç aramadık. Kaldırımlarda Demir'in arabasını hoplatıp zıplatmamız gerekmekti. Her yerde engellilerin araçları ve bebek arabaları için olması gereken rampalar mevcuttu. Trafik ışıklarına uyan ve ışık olmasa da çocuk arabamız dolayısıyla bize yol veren şoförler sayesinde endişe etmeden caddeleri geçebildik. Temiz umumi tuvaletlerde bebek bakım ünitelerini kullanıp Demir'in  altını üstünü değiştirebildik. Demir tatilin ilk akşamı yemek yediğimiz lokantada çok ağladığında bir de diğer masalarda yemek yiyenlerin müdahaleleriyle uğraşmak zorunda kalmadan Demir'i sakinleştirmeye odaklanabildik; çünkü lokantadaki diğer herkes etrafıyla ilgilenmeden ve kimseye karışmadan kendi yemeğini yiyor ve sohbet ediyordu.  Yollarda bebeklerini bisikletlerin arkalarında taşıyarak dolaşabilen anne ve babaları görerek onlara imrendik. Trafiğe kapalı yeşil alanlarda dolaştık ve Demir'in taşlarla oynamasını seyredebildik. Müzelerde Demir'in çocuk arabasını birine emanet etmeden veya bir dolaba saklamaya ihtiyaç duymadan girişte öylece bırakabildik. Fotograf çekmenin yasak olduğu salonları gezerken fotograf çektiği için kimseyi uyarmamız gerekmedi.  Medeni bir şehirde, medeni insanların arasında tatilimizi yapıp gerçek hayata geri döndük.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder